Yıllar yıllar önce Mc Donald s ın Ankara Kızılay da açtığı ilk şubeyi hatırlıyorum. Öylesine kalabalıktı ki. Herkes merakla ne sipariş edeceğini düşünür bir hevesle gelen hamburgerin tadına bakardı. O zamanlar da aman aman hamburger seven bir insan olmadım. Yada üniversite zamanında zaten kantinlerde bol miktarda ekmek arası birşeyler tükettiğimizden sanırım bize pek çekici gelmemişti . Kötü olduğunu söylemiyorum ama umduğumuzdan fazlası değildi belki de.
Birçoğunuz duymuşsunuzdur. Bir süredir Slow food ( Ağır Yemek) hareketi tüm dünyayı sarmış durumda. Aslında Bu fast food zinciri işletmeler bu yeni hareketin başlamasına sebep olmuşlar.
Şöyle de bir sembolleri var.
Bu fast food akımının başlamasıyla tüm dünyada hızlı, kolay ve paket yiyeceklere yöneldi. Aslında zengin ülke mutfaklarının ve kültürlerinin birbirinden etkilendiği dünyamızda tek düze bir beslenme alışkanlığı sardı bizi. Yöresel birçok yemeğin artık yapılmaması bu lezzetlerin unutulmasına ve yok olmasına neden oldu.
Ben bu "Ağır Yemek" hareketini ilk olarak tatil için Alaçatı ya gittiğimde ve internette birkaç yemek bloğunda görmüş ve okumuştum. 1986 yılında İtalya da başladığını biraz araştırınca öğrendim. Bir dönem kendimizi kaptırdığımız bu hızlı yemek alışkanlığından sonra evde ekmeğini artık kendisi yapanlar,organik pazarları araştırıp gidenler,yöre yöre gezerek farklı tatlar arayanlar,çeşit çeşit yemek kitapları,yemek programları ve birçok yemek bloğu bu işi daha yaygın hale getirmeye başlamadı mı ?
Birçok yabancı bizim sık sık kebap,döner ve baklava yediğimizi sansa da aslında her ülke gibi farklı yörelerde farklı lezzetlerle karşılaşıyoruz." Ağır Yemek" hareketi de her ülkenin yöresel tatlarını kullanarak, yemek yemeyi ağırdan almak,ve bir hamburgeri bile yerel malzeme ile lezzetli ve itinayla yapmak demekmiş.
Yani aslında sevdiklerimiz için özenerek yemek yapmamızla,gittiğimiz yerlerden aldığımız yöresel yiyeceklerle,pazardan yaptığımız alışverişle aslında hepimiz birer "Ağır Yemek " çiymişiz.
Bu konuyu " Ağır Yemek " hareketinin kurucusu Carlo Petrini nin bir sözü ile bitireyim.
"Bir peynir çeşidi,16. yüzyıldan kalma bir bina kadar değerlidir. "
Bir peynir sever olarak aynen katılıyorum.
Aşağıda ki resimlerin anlattıklarınla ne ilgisi var demeyin. Okuyanlar bilir ben bazen daldan dala atlamayı severim. Bir süredir kendimi kumaş boyamaya vermiştim. Çok büyük şeyler değil. Önce küçük baskılarla başladım. Bu ilk denememdi. Biraz kumaş boyası ve sünger baskı ile oldukça kolay. Kırmızılar ve yaz için mavi tonları kullanmak istedim ama benim boyaları aldığım yerde maalesef istediğim renkler yoktu. O nedenle ilk deneme mecburen de olsa yağ yeşili ile oldu.
Boyaların tüpte ve şişede olanları var. Boyayı uyguladıktan sonra kumaşı tersten ütülüyorsunuz ve boya sabitleniyor. Yıkama sonrası boyada veya renklerde herhangi bir deformasyon yok. İlk boyadığınızdaki gibi.
Boyama ve biraz da çiçeklerimin saksılarını değiştirme işi ile uğraştıktan sonra yorgunluk ve midemde ki acıkma hissinden sonra bol yeşillikli ,rende peynir ve üzerine, ızgara hindi dilimleri ile servis ettiğim salatam " Ağır Yemek "hareketine uygun oldu sanırım.
Kaynak:Elif Savaş Felsen (Peynir Gemisi)