17 Aralık 2016 Cumartesi

Vişneli Yaprak Sarma



Gençken ne kadar anlamsız gelirdi şu meşakkatli yemeklerin yapılması. Neredeyse tüm gün; ön hazırlığı,yapması,pişirmesi için uğraş sonra sofraya koyar koymaz ilk yarım saat de silip süpürülsün. Nasıl üzülürdüm o, zaman ve yorgunluk için. Zaten gençliğimde çok iştahlı da değildim ben. Yapılmış,yapılmamış çok önemli değildi benim için. Kereviz,pırasa,kapuska olmasın da diğer tüm yemekleri yerim. Ne zaman üniversite sınavına hazırlanmaya başladım o zaman mutfağa girip de elim hamura, soğana değmeye başladı. Demek ki o zamandan belliymiş benim mutfağı terapi merkezi olarak olarak gördüğüm. Canım sıkkınsa ve kafamı dağıtmak istiyorsam beni mutfakta arayın. Kendimi o düşüncelerin içine hapsetmemek için aktif olmam gerekiyor benim. Eğer şu zaman makinesi olsaydı gençliğime geri dönüp geç başladığım tüm meraklarıma daha fazla ilgi gösterirdim. Şimdi o geç kalmışlığın verdiği telaşla yapmak istediğim çok şey var. Hiçbirini atlamamak ve unutmamak için de yanımda hep bir liste taşıyorum. Her konuda yapılması gerekenler yada wish list dediğim yapmayı istediklerim listesi. Yanımda derken gerçekten yanımda. Hem okulda çantamda taşıdığım hem de evde elimin altında bir liste. Üstü çizikler ve eklemelerle,küçük notlar ve işaretlerle dolu. Bu tarif de listedeydi. Nasıl yani demeyin. Blog için yapılacaklar yada denemek istediğim tarifler için de bir liste var. Hem de uzuuuun bir liste. Diyorum size bu yıl psikolojm hiç iyi değil. Belki bu sayede uzun zamandır ihmal ettiğim bloğu daha sık güncellemiş olurum. 
Uzun lafın kısası Vişneli yaprak sarma yapılacaklar listemde vardı. Alaçatı Asma yaprağı n da yedim ve ilk fırsatta yani terapide denendi. O kadar da zor değil yazının girişine bakıp aldanmayın. Ben tarif için dondurucudaki vişneleri kullandım. 
Not; Sarmaların şekil ve boyutlarına takılmayın lütfen. Lezzet süper. Siz daha düzgün sararsınız tabii ben acele ile pek beceremedim. 

VİŞNELİ YAPRAK SARMA

MALZEMELER
Yarım kilo taze veya salamura asma yaprağı
1 su bardağı pirinç
2 kuru soğan
1 su bardağı vişne suyu
250 gr vişne
tuz,karabiber
1 çay kaşığı tarçın
yarım demet taze nane(yerine kuru nane kullanılabilir)
Yaklaşık 1 su bardağı zeytinyağ

YAPILIŞI
Zeytinyağını tencerede ısıtın ive ince doğradığınız soğanları pembeleşinceye kadar kavurun. İçine pirinçleri ilave edin ve sürekli karıştırarak kavurun. Vişne suyunun tamamını,tuz,karabiber ve tarçını ekleyerek suyu çekene kadar pişirin. Yapraklarınız salamura ise fazla tuzunun gitmesi için yıkamayı unutmayın. Taze yaprakları haşlayın ve sularını iyice süzdürün.Sarmaları dizeceğiniz tencerenin dibine yapraklardan birkaç tanesini serin. Vişnelerin çekirdeklerini çıkarıp ikiye bölün. Birazını tencerede sarmaların arasına dizmek ve serviste süsleme yapmak için ayrın. kalanını bir tabağa koyun. Yıkanıp ince doğranmış naneyi ekleyin ve pişen içi kaşıkla harmanlayın, üzerini demlenmesi için örtün. Yaprağı elinizde veya tabakta ,damarlı kısmı içeride kalacak şekilde tabağa yerleştirin ve bir miktar iç alarak üzerine iki parça vişne yerleştirin ve sarın. Tenceredeki sarmaların arasına da vişne taneleri serpiştirin. Tuzunu serpin. Üzerini ağırlıkla kapatın ve üzerini geçecek kadar su ekleyin. Kısık ateşte sarmalar suyunu çekene kadar pişirin. Ilık servis yapın. 
Afiyet olsun. 

















11 Aralık 2016 Pazar

İtalyan ekmeği; Foccacia


Bir peynir,bir de ekmek merakım vardır benim. Hani yeni tatlara kapalı olur ya kimisi ben işte kesinlikle kapalı falan değilim. Yeni lezzetler denemeyi hep sevmişimdir. Tek şartla tabii. İşitme testini geçerse. Yani adını veya içindekileri duyduğumda daha cezbetmediyse hayatta ağzıma sürmem. Misal kereviz,hele de portakallı olanı yada reçelli ballı etler. Yedim mi Hayır. Yemek ister miyim Hayır. Ama peynir dediler mi akan sular durur ben de. Çok severim farklı peynir çeşitlerini denemeyi. Ve de ekmek. XVI. Louis in eşi Marie Antoniette in, Fransa da ekmek kıtlığının doruğa ulaştığı dönemde "Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler" sözünü söylediği iddia edilmiştir. Aslında sözün aslında pasta yerine Brioş denir. Yani sadece bizim değil birçok halk için ekmek vazgeçilmez besin maddelerinden bir tanesi. 500 yıldır doğal mayalarını yaşatarak aynı ekmeği üretmeye devam eden fırınlar olduğunu duymuştum. 
Türk halkı olarak zaten ekmekle aramızda duygusal bir bağ olduğu yadsınamaz ama ben uzak durmaya çalışarak mesafeli bir aşk yaşıyorum. Evde en sık yaptığım ekmek çeşitlerinden biridir Foccacia. Aslında bir çeşit Ramazan pidesi. Farkı; üzerine değişik malzemeler koyarak da pişirebilirsiniz. Ben kahvaltıda ve yemeklerde daha çok tükettiğimiz için klasik olarak üzeri zeytinyağlı ve deniz tuzu,kekik,biberiye ile çeşnilendirerek yapıyorum. Kurutulmuş domates yada ızgara sebze veya piyazlık doğradığınız soğanları karamelize ettikten sonra üzerine yayarak pişirebilirsiniz. Aklınıza gelecek her şekilde Foccacia yapılabilir. Ben klasik olanın tarifini vereceğim ki sizler istediğiniz gibi ekstra malzeme kullanabilirsiniz. 

MALZEMELER

3 bardak beyaz un
1 bardak ılık su
4 yemek kaşığı süt
5 yemek kaşığı zeytinyağ
1 tatlı kaşığı maya
1 tatlı kaşığı toz şeker
1/2 çay kaşığı tuz

YAPILIŞI

Kaba unu dökün ve ortasını havuz gibi açarak sıvı malzemeleri ve maya ile toz şekeri koyun. Yavaş yavaş karıştırarak bir araya getirmeye çalışın ve bir süre yoğurun. Ben bu aşamayı mikser ile yapıyorum. Mayanın aktif hale gelmesi için tuzu daha sonra ekleyeceğiz. Hamur toparlanmaya başlayınca tuzu ekleyin ve tekrar yoğurun. Geniş bir kap içinde üzerini bir bezle örterek hamuru 1 saat kadar mayalandırın. Bu sürede iki katına çıkması gerek hacminin. Mayalanan hamurunuzu yağlı kağıt serili yada unlanmış bir tepside elinizi yağlayarak yavaşça yayın. Parmaklarınızla çukurlar oluşturun ve zeytinyağ gezdirin. 30 dakika kadar tepside mayalandırın. Fırına vermeden önce ısıya dayanıklı bir kaba kaynar su koyarak fırının bir köşesine buhar oluşturması için yerleştirin ve hamurunuzun üzerine deniz tuzu,kekik veya biberiye serperek 180 derece fırında üzeri hafif kızarana dek pişirin. Ben bu süreyi biraz kaçırmışım ki benim ki esmerce oldu. Fırından aldığınız Tepsinizin üzerini temiz bir mutfak bezi ile örtün dinlensin. 
Afiyet olsun. 




















5 Aralık 2016 Pazartesi

SICAK,SIMSICAK MAHLUTA


Soğuk kış günlerinin vazgeçilmezi çorbalar. Kimi zaman tek başına bir ana yemek gibi,zaman zaman da sabah kahvaltılarında bir parça ekmekle mideler şenlenir.  Genel de pratik ve hafif olan tarifleri seçiyorum. Tabii ne güzel,ne farklı çorbalar yapanlar var biliyorum internet sayesinde ama eğer olur da denemek isterseniz Mahluta veya bazı yörelerde bilinen adı ile Mahulta.  



MALZEMELER

2 su bardağı kırmızı mercimek
yarım çay bardağı pirinç
1 büyük kuru soğan
1 limon suyu
5 su bardağı su
1 çay kaşığı kimyon
1 yemek kaşığı pul biber
1 çay bardağı zeytinyağ
Tuz

YAPILIŞI

Mercimek ve pirinci yıkayın. 5 su bardağı suda,tuz ve kimyon katarak koyulaşıncaya kadar kısık ateşte pişirin. Pişmeye yakın limon suyu ekleyin. Pişen mercimek ve pirinci, kıvamlı bir hale gelmesi için blendır ile bir kaç kez karıştırın. Çok pürüzsüz yapmanız gerekmiyor. 
Soğanı kıyın ve ayrı bir tavada zeytinyağında kavurun. Tavayı ateşten almaya yakın pulbiber ekleyin. Tenceredeki çorbanın üzerine gezdirin veya tabaklara çorbayı koyduğunuzda servis öncesi üzerine ekleyin.  
Afiyet olsun. 



22 Kasım 2016 Salı

BÜYÜK BİR AŞK; FESLEĞEN PESTOLU TAGLİATELLE


Kendimle uğraşıyorum bu aralar ben. Sosyal medyaya ayırdığım zamanı minimuma indirdim. Bunun tabii başka boyutları da var ama o ayrı bir yazının konusu olur. Çevremde ki her türlü güzelliği keşfetmeye daha doğrusu fark etmeye daha fazla çaba gösteriyorum. Sahip olamadıklarımdan çok olduklarım üzerine yoğunlaşıyorum. Rüzgarı saçlarımda,denizin kokusunu burnumda,kuşların cıvıltısını kulaklarımda hissettiğim günleri çoğaltmak istiyorum. Yoga ve meditasyon yapıyorum. Kendime daha fazla zaman ayırıyorum. Geçmişi yada geleceğin stresini düşünüp hayıflanmak yerine anı yaşamayı tercih ediyorum. Ve sık sık yeni tarifler deneyip mutlu olduğum şeyleri yapıyorum. Kısacası ben kendi adıma bebek adımları ile ilk ve son defa yaşadığım bu ömrümü kendi istek ve tercihlerime göre sakin sakin yaşamak istiyorum.

Vücut tipime göre,bana iyi gelen yiyeceklerden tüketmeye başladım. Şeker neredeyse hayatımda yok artık. Bu insanlık için küçük ama benim için büyük bir adım ve ben kendimle gurur duyuyorum. Kurabiyeler,kekler,hamurişlerine artık mutfağımda yer yok. Bazı arkadaşlarım için inanılmaz gibi geliyor ama gerçek. Gerçekten mi diyorlar,hiç mi yemiyorsun. Evet tatlı yada tuzlu hamur işi hiç yok,Rafine şeker esmer yada beyaz hiç yok. Sadece bazı öğleden sonraları Türk kahvesinin yanına bir tık bitter çikolata yiyorum ve yetiyor. 

Bu yıl oldukça yoğun çalışıyorum. Yaşadığım sağlık sorunları bu tempoyu karşılama konusunda motivasyonumu düşürse de enerjimi pozitif tutmaya çalışarak bunun altından kalkmaya çalışıyorum. Arada bir tatil olsa iyi olurdu tabii. Yoksa da ne yapalım. Vakit buldukça mutfakta terapi yapacağım artık kendime. Bu terapiler sırasında bu sıralar sık sık ev makarnası tagliatelle ve fesleğen buldukça pestosunu yapıyorum. Çünkü ve eve geldiğimde hazır bir yemeğe yada çabuk hazırlanan yemeğe ihtiyacım var. Evde denedikten sonra ne hazır sostan  nede makarna dan aynı tadı alacaksınız.  
Sosu sadece makarna da değil,üzerine yumurta kırarak yağda tüketebilirsiniz.  

FESLEĞEN PESTOSU

MALZEMELER

1 büyük bağ iri yapraklı fesleğen
1 büyük diş sarımsak
1 çay bardağı zeytinyağ
Tuz
2/3 çay bardağı çam fıstığı
1 su bardağına yakın parmesan(yoksa eski kaşar olabilir)

YAPILIŞI
Yağsız bir tavada fıstıkları hafif çevirin. Sarımsakları iyice ezin. Parmesanı rendeleyin. Rondo da fesleğeni zeytinyağ ile parçalayın. İçine diğer malzemeleri ekleyin ama artık uzun süre rondoyu çalıştırmayın sadece malzemelerin iyice karışmasını sağlayın. Kıvam vermek için ekstra zeytinyağ ekleyebilirsiniz. Tuzu kontrollü ekleyin ki peynirin tuzu olduğunu unutmayın. Kavanoza sıkıca aktarıp salçalara yaptığımız gibi üzerini örtecek kadar zeytinyağ ilave edip kapağını sıkıca kapatın. 

Afiyet olsun. 







EV YAPIMI MAKARNA

MALZEMELER (2 KİŞİLİK)

200 Gr un
2 yumurta 
bir tutam tuz
2-3 yemek kaşığı zeytinyağ
(Eklenecek her 100 gr una 1 yumurta eklemelisiniz)

YAPILIŞI

Unu ve tuzu karıştırın. Havuz gibi açarak ortasına yumurtaları kırın ve zeytinyağını ekleyerek elinizle önce yumurta ve yağı karıştırın. Daha sonra büyüyen daireler çizerek yavaş yavaş etraftaki unlardan alarak karışımın kıvamını arttırın. Tüm malzemeyi karıştırdıktan sonra elimizle iyice yoğurarak çok da yumuşak olmayan bir hamur yapın. Bu malzemede su yok. Tüm lezzet yumurta ve yağdan geliyor. Hamuru yarım saat kadar dinlendirdikten sonra  ceviz büyüklüğünde parçalar alıp oklava veya merdane ile yufkadan biraz daha kalın olacak şekilde açıyoruz. Sonra da şeritler halinde kesip siz diğer hamurları açıp kesene kadar kurutuyoruz. Ben pratik kollu makarna açma ve kesme  makinesinde yaptım. Şeritleriniz serçe parmağınız kalınlığında ve uzun olursa Fettucine,daha ince bir genişliğe sahip olursa benim yaptığım gibi Tagiliatelle deniyor. Ben öyle yaptım çünkü makinemde sadece bu genişlik ve en incesi Spagetti var. Elde ki imkan buydu yani. 
Makarnalar hazır olduktan sonra kaynayan bol tuzlu suda çok kısa bir süre haşlayıp süzüyor ve tabii ki pesto ile kavuşmalarını sağlayıp afiyetle yiyoruz. 





30 Eylül 2016 Cuma

RİSOTTO MİLANEZ



Pirinç pek çok mutfak için çok öenmli ama özellikle Türk Mutfağı için ayrı bir öneme sahip. Pilavlar,dolmalar,sütlaçlar,çorbalar onsuz olmaz. Hatta pirinçsiz bir mutfak olmaz. Eğer evde kalmamışsa hayat damarlarından biri kopmuş gibidir o mutfağın. Ya lazım olursa; illa ki patates ve soğan gibi dolabın bir köşesinde bulunmalıdır. Bankada ki para gibi, çok değerli değil ama lazım olduğunda elin altında olduğunu bilmek bir güvence bizim için. Neyse;
Bir çeşit pilav diyebileceğimiz bir lezzet aslında Risotto. Daha çok pirinçten yapılmış olanı bilinse de buğdaydan yapılmış olanları da lezzet olarak pek de geride sayılamaz. İlk defa tadacaklar için biraz tuhaf gelebilir çünkü bizim pilavımıza göre daha sulu bir kıvamı var. Ayrıca Arbario denen bir pirinç türü ile yapılması daha uygun. En sadesi siz tarifini vereceğim şekliyle olsa da etli,deniz mahsullü veya sebzeli birçok çeşidini yapmak mümkün. bazı arkadaşlarım zor olduğunu düşünse de elinizde her yemek öncesi olduğu gibi malzemeleriniz hazırsa oldukça kolay.Yalnız risotto kesinlikle taze tüketilmeli ve asla beklemeden servis edilmeli.  Postun en altında Arbario pirinci ile bizim baldo arasındaki görüntü farkını paylaşmak istedim. arbario biraz daha iri ve tombul. Daha fazla su alma kapasitesine sahip. 

MALZEMELER

600 Gr tavuk suyu yaklaşık 4 su bardağı
bir tutam safran ama ben marketlerde satılan Aspir çiçeği kullanıyorum
1 adet soğan
1 diş sarımsak
30 gr sıvıyağ
2 adet defne yaprağı
1 su bardağı Arbario pirinci. (Metro markette veya büyük Migros larda bulabilirsiniz)
20 gr tereyağ
50 gr rendelenmiş parmesan (bulamazsanız eski kaşar kullanabilirsiniz veya sert tulum peyniri)
tuz,karabiber,zeytinyağ

YAPILIŞI

Tavuk suyunuz sıcak olmalı,safran veya Aspir çiçeğini küçük bir kase suda bekletin. Soğan ve sarımsağı ince doğrayın ve sıvıyağ eklediğiniz geniş bir tencerede defne yaprakları ile birlikte saydamlaşıncaya dek soteleyin. Pirinçleri ekleyin (yıkamayın) ve 2 dakika kadar kavurun. Pirincin üzerine tavuk suyundan 1 bardak dökün ve kapağı açık bir şekilde sürekli karıştırarak pişirin. Su iyice azalınca diğer bardağı ekleyin ve aynı işlemi tekrarlayın. Yaklaşık 20 dakika sürüyor. Son bardak suyu ekleyip de hafif suyunu çekince kenarda bekleyen bir kasedeki safranı suyu ile birlikte tencereye boşaltın. ve karıştırın. tereyağ,rende parmesan ilave edin ve karıştırın. Tuz ve karabiber ile tatlandırın. Risotto suyunu tam olarak çekmemeli biraz sulu bırakın. Ve hemen servis yapın. Çünkü beklediği süre de çok hızlı bir şekilde suyunu çekip pilava dönüşebilir. Tuzunu kontrollü koyun ki peynirde biraz tuzlu olduğu için fazla kaçabilir. Hemen servis yapın ve üzerine parmesan rendesi serperek ve biraz zeytinyağ gezdirip isteğe göre karabiber ilavesi ile sunabilirsiniz. 
Afiyet olsun


                                                        









11 Eylül 2016 Pazar

Damla Sakızlı ve Zeytinyağlı Kurabiye


Bu sefer kararlıyım; elimden geldiği kadar sık yazmaya,biriktirdiğim tarifleri ve projeleri paylaşmaya kararlıyım. Hem trafiği biraz hafifletmek için hem de burada ki sevdiklerimizle bayramlaşıp,bayramın 1. günü bizimkilerin yanına Foça ya gitmeye hazırlanıyoruz. Arefe olmasına ve tatil başlayalı 2 gün geçmesine rağmen trafiğin hala milim milim ilerlediğini duymak biraz gözümüzü korkutsa da yarın sabah yolculuk var. Öncesinde yaptığım bu hafif ve az şekerli tarifi sizle paylaşmak istedim. Google a un kurabiyesi yazsanız muhtemelen onlarca belki daha fazla tarif çıkacaktır ama bu tarif de benim favorim.
Çünkü;1. Zeytinyağlı
2.Az şekerli
Yapmak isterseniz tarif aşağıda. Ben daha valiz toplamadım,çok işim var çok.
Şimdiden herkesin bayramını kutluyor ve  sevdikleri ile geçirecekleri nice bayramlar diliyorum. 




ZEYTİNYAĞLI VE DAMLA SAKIZLI UN KURABİYESİ

MALZEMELER

2 su bardağı zeytinyağ (ben 1 bardağını ayçiçek kullandım)
2 su bardağı pudra şekeri (dışını şekere bulayacağımız için az şekerli olsun diye 1 bardak kullandım)
6,5 su bardağı un
1,5 tatlı kaşığı karbonat
1,5 paket damla sakızı
6-7 adet karanfil

YAPILIŞI

Damla sakızını ve karanfilin ucundaki top kısımlarını havanda ezin. Zeytinyağı ve pudra şekerini bir kapta iyice karıştırın.Una karbonatı,sakızı ve karanfili ekleyin ve yoğurun. Ele yapışmayan ama yumuşak kıvamlı bir hamur oluyor. Hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar alarak yuvarlayın ve üzerine avuç içinizle hafifçe bastırın. Aralıklı olarak yağlanmış fırın tepsisine dizin. önceden ısıtılmış 180 derecelik fırında çooook hafif pembeleşene dek pişirin. Benim fırınım güçlüydü ve yaklaşık 18 dakikada pembeleşmeden aldım ve tepsiden alarak soğuttum. Çünkü tepside un kurabiyeleri pişmeye devam ediyor ve kısa sürede tepsiye değen kısımları kızarıyor. Henüz ılıkken pudra şekeri serperek servis edin. En çok da ılıkken severim ben bunları. 
Afiyet olsun



23 Ağustos 2016 Salı


MASAL

Hansel ile Gretel masalını çok severim ben. Bir babanın çaresizlik içinde çocuklarını ormana bırakması mı yoksa o çocukların evi bulmak umudu ile ekmek kırıntısı serpme planları mı bana daha acıklı gelirdi bilmem. Sanırım babadan çok kötü üvey anneye kızardım,çocuklarını terk etme fikrini babanın aklına soktuğu için. Kardeşler yiyecek bulma umudu ile dolaşırken cezbedici görüntüsü ile baştan çıkaran bir kulübenin karşılarına çıkması ve kötü cadıya karşı verdikleri mücadele hep etkilemiştir beni.
Peki ya Kibritçi Kız. Tek başına sokaklarda yaşayan ve soğuktan donmak üzere olmasına rağmen elindeki kibritleri satmaya ve sonrada onlarla ısınmaya çalışan kızın yaşadıkları...her ikisinde de karşılaşılan tüm zorluklara rağmen ayakta durma ve mücadele gücü.
Bu iki masalı hep çok acıklı bulmuşumdur.
Hepimizin hayatındaki zorluklar, bizleri belki daha güçlü kılanlar yada yıkıp yok edenler. 
Ben Grimm kardeşlerin yerinde olsaydım o kadar güçlü ve soğukkanlı durabilir miydim? 
Hayır,sanmıyorum. 
Benim toparlanmam ve mücadele edebilmem için önce durup bir duvara yaslanıp bir iki soluklanıp ancak sonra "Edriaaaaaan" diye bağıran Rocky misali devam etmem daha mümkün. Zor bir dönem geçirdim. Belki birçok insana göre daha şanslı olduğumu biliyor ve bunun için şükrediyorum ama geride bıraktığımı ümit ederek unutmaya daha doğrusu bastırmaya çalıştığım 2,5 yıl önce atlattığım hastalığımın tekrarlaması beni bir süreliğine her şeyden kopardı. Psikolojik olarak zor dönemler geçirdim ama iyi ki dostlarım ve ailem vardı hep yanımda. Dedim ya hemen kalkıp yıkılmadım diyemem bunun için zaman lazım ama oyalanmak için daha fazla çalıştım. Kendi kendime projeler ürettim. Bol bol yeni tarifler denedim, İnstagramda gezindim ve hiç boş durmadım.
Mevlana nın şu sözünü de kendime düstur edindim.
"İnsanı gördüklerinden ibaret sayma,göremediklerinde ara. İçidir hakikatin resmi,dışı sadece biz manzara"

Artık yazma zamanı gelmişti sanırım.
Zamanında fakirlikle mücadele ederken lezzetten vazgeçmeden bayat ekmekleri değerlendirmesini iyi bilmiş İtalyan kadınları. Bu tarif hem kolay hem de lezzetli olması ile bu yaz sık sık uyguladığım tariflerden biriydi. İtalyan mutfağının klasiklerinden. Yokluğun izlerini taşıyor.

PAPPA AL POMODORO (DOMATES VE EKMEK ÇORBASI)

MALZEMELER

3 diş sarımsak
1 küçük soğan
1/2 kilo domates
1/2 demet doğranmış fesleğen(yoksa nane kullanabilirsiniz)
3 dilim önceki günden kalan ekmek(isterseniz taze ekmeği biraz fırınlayarak yada ekmek kızartıcıda kızartarak da kullanabilirsiniz)
zeytinyağ
tuz karabiber

YAPILIŞI

Sarımsak ve soğanı incecik doğrayın ve bir tencerede, zeytinyağında şeffaflaşana dek pişirin. Kabukları soyulmuş ve doğranmış domatesi ekleyin. (Domatesleri çok küçük doğramayın arada iri parçalar kalsın. karıştırırken kaşıkla kabaca ezerseniz yerken daha güzel oluyor.) 15 dakika kadar pişirin.  Küp kestiğiniz ekmekleri ekleyin ve karıştırın. Baharat ve fesleğeni ekleyin ve 10 dakika kadar daha pişirin. Normalde içine su eklenmiyor ama Suyu az gelirse biraz su ilave edebilirsiniz. Yaz domatesleri ile yapıldığında su eklemeye gerek kalmıyor. Yoğun bir kıvamı olmalı. tabağa aldıktan sonra bir miktar zeytinyağ gezdirerek servis edebilirsiniz. 



15 Şubat 2016 Pazartesi

İşte,Yine Buradayım!


       Hayat bazen takip edemeyeceğiniz kadar hızla akarken;sanki bir seyirci misali tüm olup bitenleri izliyorsunuz, başkasının hayatıymışcasına. Farz edin ki bir rüyadasınız ama rüyanızda başrol de seyirci de sizsiniz. 
    Son posttan sonra neredeyse 3 ayım ve bu 3 ayın hemen hemen her günü ,insanların egolarını ve bürokrasinin kalın duvarlarını aşmaya çabalamakla geçti. Bu süreçte bana hep destek olan ve bu duvarları geçmemde elinden gelen yardımı esirgemeyen insanlar hayatımda olduğu için hep şükrettim. Ve onlara minnet borçluyum. 
     Bu arada epey ihmalkar davranıp bloğa hiç uğramadım. Klasik bir balık olarak sanırım ruh halim yaptığım işleri oldukça etkiliyor,bundan ben de pek memnun olmasam da elimden gelen birşey yok. Uzun aralardan sonra hep aynı şeyi yaşadım blog konusunda. Yazssam mı? kimse kalmışmıdır? Bu kadar aradan sonra nereden başlasam? İşi iyi yapanlara bırakıp hiç mi bulaşmasam? ve bir sürü soru geçip durdu kafamdan. Yazmayı,blogları ziyaret etmeyi,yeni şeyler öğrenmeyi özledim ve artık "ne olursa olsun" dedim "bir ucundan tekrar başlayayım." Sonuç....işte yine buradayım. 
      Nerede kalmıştık derken en sevdiğim yerde Volendam da olduğumuzu görmek beni mutlu etti. Çok sıkmamak için fotoğrafları elerken,geçirdiğim güzel günleri yad ettim. 
      Hatırlarsanız 3 köyü kapsayan küçük bir tur için binmiştik Amsterdam şehir terminalinden otobüse. İlk durak Edam dı. Çünkü Volendam dan tekneyle 3. köye geçeceğiz o nedenle Edam a ilk olarak gitmek gerekiyor. 
      Volendam küçük ve sevimli bir balıkçı köyü. Edam dan biraz daha büyük. Otobüs ten indikten sonra kısa bir yürüyüş ile köy meydanına varıyorsunuz ve sizi şirin,geniş,temiz sokakları ile karşılıyor bu köy. Köy dediğime bakmayın bizim köylerle alakası yok. Bu yazıları yazarken bir yandan gözüm Cem Seymen in programında. Gençlere sesleniyorum diyor yine hiç bıkmadan usanmadan. Programı başladığından beri tam 4 yıldır. Baktı bizim yetkililerden,makam mevki sahibi insanlarla birşey olmayacak yetkililere seslenmek yerine ülkenin geleceği gençlere sesleniyor yıllardır. Bir sözü hepsi ama özellikle bir sözü çok etkiledi. " Bunlar köyse bizimkiler ne?" yada "Neden biz de köy demek,fakirlik,bakımsızlık,ulaşımın,sağlığın,temel ihtiyaçların bile sorun haline geldiği bir durum olarak düşünülüyor" deşme yaramı dedim. Geziyorum ama aklımda hep benzer sorularla...
   



    Merkeze doğru yürümeye devam ettiğimizde sahilden kum getirip, gençlerin oynamaları için bir etkinlik düzenlediklerini gördük. Burası Volendam ın meydanı. Geniş bir meydan. Cafeler ve birkaç market var . Meydana açılan sokaklar birbirinden güzel ve şirin.




    Edam gibi Volendam da peynir alabileceğiniz dükkanlar çok. Zaten aralarında yaklaşık 5 km lik bir mesafe var. Sahile doğru yürümeye başladığınızda karşınıza birçok restoran,hediyelik eşya mağazası çıkacak. Bunların arasında önünde büyük bir kalabalık ve giren çıkan insanların fazlalığıyla Cheese Factory mutlaka dikkatinizi çeker. İçerisi zengin peynir çeşitliliği ile muhteşem bir manzaraya sahip. Sık sık tadımlık peynirler yenileniyor. Satın almak istediğiniz yada merak ettiğiniz peynir çeşidini rahatlıkla tadabiliyorsunuz. Peşinizde gezen ve sizi bakışlarıyla sıkıştıran satıcılar yok burada. İstemezseniz tadar ve çıkarsınız. Ama almamanız zaten mümkün değil. Çok lezzetliler çünkü. Fiyatlar da makul. Bu peynirlerin nasıl yapıldığını merak ediyorsanız alt katta tamamen geleneksel yöntemlerle yapılan peynirleri inceleyip farklı bir deneyim yaşayabiliyorsunuz. Ayrıca bir görevli ingilizce olarak bu süreci detayları ile anlatarak bir sunum yapıyor.






Her sokak tabii ki tertemiz ve evler oldukça bakımlı.




   Sokakların bir kısmı dar veya geniş kanallarla çevrili. Kimi yerde üzerinde yosunlar var, ördek ve kuğular salına salına geziyor.










     Tüm sahil boyunca evler sıralanmış. Hepsi bir düzen halinde ve benzer tipte. Aralarında sırıtan yok. Bahçeler bakımlı ama köy oldukça turistik olduğu için kalabalık.




       Sahilde ayaküstü Waffle,deniz mahsulleri yiyebileceğiniz gibi tüm kıyı şeridi boyunca yan yana dizili olan ve merkezde ki birçok restoran da lezzetli yemekler yiyebilirsiniz. Deniz mahsulü yiyecekler burada çok bol ve ucuz. Hatıra olarak burada diğer yerlerden farklı olarak yapabileceğiniz şey sahilde olan birçok fotoğrafçıdan istediğinize girerek yöresel kıyafetler ile fotoğraf çekilmek.
       Burada gezmeyi bitirdiğimize göre,alışverişimiz de yaptık çünkü geri dönmeyeceğiz. Amsterdam a dönüş Marken den olacak. O zaman herşey tamamsa yarım saatte bir sahilde iskeleden kalkan teknelerle Marken e gidiyoruz. Orası neresi mi? Çok daha küçük,tamamen kendi halinde ama çok şirin bir Hollanda köyü.



       Küçük ama kalabalık marinasından geçerek iskeleye yaklaşıyoruz. Tekne kısa sürede dolup Volendam a dönecek. 




    Marken daha önceleri bir ada olmasına rağmen günümüzde ana karaya bağlanarak bir yarımadaya dönüşmüş. klasik Hollanda kokan bir balıkçı kasabası olmasına rağmen artık turların uğrak yeri olması sebebi ile turistik olmuş. Marinaya bakan sahilde sıra sıra restoranlar ve hediyelik eşya mağazaları var. 




    İçlere doğru yürümeye başladığınızda kimi ahşap kimi ise tuğladan yapılma ama hepsi bahçeli şirin mi şirin evlerle karşılaşacaksınız. 










    Köyün iç kısımlarında Hollanda da bir klasik olan tahta ayakkabı imalathanesini gezebilir,dönerken de eşe dosta hediye götürebilirsiniz. Günümüzde bile su geçirmemesi,rahat olması ve hayvanlarla haşır neşirken üzerine bassalar bile zarar görmediği için hala kullanılıyormuş.Bir rivayete göre de eskiden denizciler bu ayakkabıların üzerine motifler çizerek dönüşte sevdikleri kıza hediye eder ve bir evlilik teklifi olarak kabul edilirmiş. Tahta ayakkabıdan tek taşa büyük bir değişim olmuş. 







    Bir balıkçı köyü olması ve bol turist çekmesine rağmen hayvancılık daha doğrusu çiftçilik marken de hala devam ediyor. Aslında eğer araba ile gezecekseniz köy ve kasabaların yakınlarında bulunan büyük çiftliklerde aynı zamanda peynir satışlarının yapıldığı yerleri de rahatlıkla ziyaret edebilirsiniz. 
    Dönüş için köyün iç kısımlarına doğru ilerleyip otobüs durağından Amsterdam otobüsüne binebilir yada tekrar marinaya dönerek Volendam a gidebilirsiniz. 







   Biz açıkçası Hollanda yı çok sevdik. Tekrar ziyaret etmeyi istediğim ülkelerden biri oldu bizim için burası. Yeni bir şehir ve yeni bir postta görüşmek üzere. 



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...