Bologna postundan 2 gün sonra çıktık Amsterdam seyahatine. Açıkçası 1. tercihim değildi ama artık nasıl bir sıcak bastıysa beni kuzey daha serin olur düşüncesiyle bir atak yaparak 1. sıraya oturuverdi Amsterdam. Elimden geldiği kadar ben yaşadığım tecrübeleri,öğrendiklerimi ve tavsiyelerimi paylaşacağım ama gerisi zaten herkesin kendi istekleri ile şekillenebilecek bir durum.
Amsterdam Schiphol havaalanına indikten sonra havaalanından kalkan metro veya trenlerle istediğiniz şehre gidebilirsiniz. Havaalanı oldukça büyük. Şehir haritasını tourism information bankosundan 2,5 euro ya alabilirsiniz. Ama bazı otellerin bu haritayı girişte müşterilerine verdiğini hatırlatmak isterim.
Bu arada yardımı olur mu bilmem ama otelimiz şehir merkezine oldukça yakın ama fazla hareketten uzak ve güvenli bir bölgede olmak istediğimizden(nedenleri daha sonra açıklayacağım) aynı zamanda ulaşımın ve alışverişin sorun olmasını istemediğimizden oteller ve yerlerini iyice araştırdıktan sonra Hotel Residence Le Coin i tercih ettik. Çok büyük olmayan,kibar çalışanları ve temiz odaları ile biz memnun ayrıldık.
Amsterdam da 3 tren istasyonu mevcut. Amsterdam Central merkez istasyonu, Amsterdam Zuid ve Amsterdam Rai. Buna dikkat etmelisiniz. Her hat her istasyonda durmuyor. Bunu bir şehirden dönerken bizi yarım ingilizcesi ile yanlış yönlendiren bir görevli sayesinde Amsterdamın alakasız bir istasyonundan geçen trene binip, oradan şehre gidemeyeceğimizi anlayınca Schiphol de inip, oradan geri döndük.
Amsterdam merkez istasyonu oldukça büyük. Buradan hem otobüs,hem de trenlerle sadece Hollanda içine değil Belçika nın bazı şehirlerine Almanya ve Paris e de gidebilirsiniz.
Bileti alırken mutlaka treninizin peronunu sorun. Ya da istasyon içindeki havaalanlarında olan uçakların Gate lerini gösteren boardların benzerleri var. Peronlardan arka arkaya bir sürü tren kalkıyor. Gelen trenin size ait olup olmadığını; elektronik panoyu takip ederek ,sıradaki trenin geçeceği durakları yazıyor oradan anlayabilirsiniz. Eğer sizin ineceğiniz durağa gidiyorsa o tren sizindir. sakın saat aramayın. Tren biletiniz gün içinde herhangi bir saat için tek kullanımlık. aman bunu kaçırdım eyvah demeyin çünkü sonra başka bir trene binebilirsiniz.
Tren istasyonunda piyano dinletisi pek alışık olduğumuz bir durum değil maalesef. Ama keyifli olduğunu söyleyebilirim.
Şehirde ve ülkede ulaşım için tren,metro,tramvay ama daha çok inanılmaz sayısı ile bisiklet kullanılıyor. Şehirde bisiklet trafiğine inanamayacaksınız. Trafik ışıklarına uymuyorlar,hızlı gidiyorlar ve çok fazlalar. Çok severim,çok güzel ama bizde ki İstanbul trafiği gibi orada bisiklet trafiği olmuş. O yüzden yolda yürürken bile bisikletleri kollayın. Bazen kaldırıma bile çıktıkları oluyor.
Amsterdam Özgürlükler şehri olarak biliniyor. Kısaca anlatmaya çalışayım. Öğrendiğim kadarıyla şehirde hafif uyuşturucu denen esrar ve marihuana benzeri uyuşturucuları içmek serbest. Bu bazı kafelerde olabildiği gibi sokaklarda da farklı kokusundan etrafta içenler olduğunu anlıyorsunuz.
Bir de Kırmızı Fener Mahallesi denen asıl adı Red Light District olan bir kısım var ki burası zamanında eğlence arayışında olan denizciler için kurulmuş ve yerleşmiş bir bölgeymiş. Biz oteli bulmaya çalışırken kalabalığı takip ederek sadece sokağın başına kadar girmemize rağmen kısa zamanda toparlayıp yan yollara geçerek yolumuza devam ettik. Bu bölge daha çok eğlenmek isteyen turist ve bölge halkı tarafından yada sadece meraktan gezip görenlerle bile doluyormuş. Bize söylenen ve size anlatabileceğim burada fotoğraf yada kameranın kesinlikle kullanılmaması gerektiği yoksa tatsız durumlar olabiliyormuş, güvenliğin sivil görevliler tarafından sağlandığı ve de eğer yanınıza uyuşturucu satmak yada dikkatinizi çekmek için yaklaşan biri olduğunda paniklemeden ilgilenmediğinizi söyleyip uzaklaşmanız.
Böyle anlatınca kulağa çok kötü geliyor ve gözünüzde hoş olmayan bir şehir yaratıyor gibi olmayayım biz birkaç kez kaybolup yada bilmeden uyuşturucu içilen sokaklara girmemize rağmen hiç kimse bizi yada etraftakileri rahatsız etmedi.
Şehir muhteşem tabii ki. Bir çok müze var. Kanallar içerisindeki şehir zaten çiçekleri ve suya yansıyan ışıklar ile günün her saati harika. Evler birbirinden ilginç. Sabah ve akşamları hava oldukça serin. Ama gün içinde bizim ki kadar olmasa da sıcak oluyor. Hatta biz günde yaklaşık 8-9 saat gezdiğimiz için fark etmeden bronzlaşmışız.
Şehirde yaklaşık 1500 köprü varmış. Deniz seviyesinin altında olan şehri basan sel sularını tahliye etmek için ilk önce dört bir tarafına ana kanal açılmış. zamanla bunlar yetersiz kalınca birbirine yapılan bağlantılarla sayıları gitgide çoğalmış 100 km uzunluğa ulaşan kanalları ile inanılmaz bir görüntüye bürünmüş bu şehir.
Dam Meydanı şehrin kalbinin attığı yerlerden birisi. Hemen meydana bakan binalardan birisi Madamme Tussauds müzesi.
Amsterdam Kraliyet sarayı
Ulusal Anıt 2. dünya savaşında ölen askerler anısına dikilmiş.
Bu arada Amsterdamlılar Ajax takımı ile gurur duyuyorlar. Şehirde takıma ait hediyelik eşyalardan bol miktarda bulabilirsiniz. Biz tesadüf eseri meydandan geçerken inanılmaz bir kalabalık ve güvenliği görünce önce ufak ufak uzaklaşalım dedik ama merak da işte kötü birşey şöyle bir ne oluyor acaba derken öğrendik ki o gün Ajax ın Rapid Wien takımı ile maçı varmış. O kadar çok polis vardı ki taraftarların etraflarını çevirip güvenlik çemberine almışlardı ve güvenlik koridoru ile ilerlediler. Etrafta da bizim gibi fotoğraf çekme derdinde olan meraklılar.
Ayrıca Van Gogh Müzesi ve Anne Frank in evi ziyaret edebileceğiniz yerlerden bazıları. Yalnız Van Gogh ve Anne Frank in evine girerken inanılmaz bir sıra bekliyorsunuz. Biz o nedenle giremedik ama internetten bilet alırsanız sanırım daha çabuk içeriye girebiliyorsunuz. Yaklaşık 300 metrelik bir sıra vardı ve bunca kalabalığın bir kısmınında içeride olduğunu düşününce girmekten vazgeçtik ama kısaca hikayesi;Anne Frank babasının işleri kötüye gidince Hollanda ya yerleşen bir Yahudi ailesinin çocuğudur. Almanların Hollanda ya girmesiyle aile başka dostları ile birlikte babasının ofisinin arkasında gizli bir bölümde yaşamaya başlarlar. Onlara babasını sekreteri yardımcı olur. Yaklaşık olarak saklandıkları 2 yıl içinde Anne kendisine daha önceden hediye edilmiş olan günlüğe hissettiklerini ve yaşadıklarını yazmaya başlar. saklandıkları yer polisler tarafından basıldığında Anne Frank,ailesi ve dostları farklı kamplara gönderilirler. Babası dışında tüm aile ölür. Kamptan kurtulan baba yıllar sonra bulunan günlük kendisine verildikten sonra basılmasını sağlar. Yaklaşık 60 dile çevrilmiş ve en çok okunanlar listesinde bulunmuştur. Daha sonra da saklandığı yer ve bina Anne Frank vakfı tarafından müzeye çevrilir.
Maalesef bize kısmet olmadı ama siz giderseniz benim içinde gezin olur mu?
Sokaklarını,caddelerini gezdikçe bir detay daha gözünüze çarpacak Evet çiçekler her yerde ama o değil. Birçok ev yamuk yumuk. Kimi sağa yatmış,kimi sola. Asıl ilginci bir evin yarısı resmen aşağı doğru kaymış. Evlerin arasındaki bu açılmaları panellerle kapatmaya çalışmışlar bazı yerlerde.
Ve benim için en ilginci ta ta ta taaaaaam. Dünyanın en dar evi. Genişliği sadece 1 metre. Gerçekten 1 metre. İnanmadım gittim gördüm. Hatta önünden 10 kere geçmişimdir ama hep gözümden kaçmış. Sonunda buldum ve sizin için fotoğrafını çektim. Utanmasam içeri girip ya ayıp olmazsa bir bakıp çıksam diyecektim.
Nedenini de sordum öğrendim. Zamanında halk kendi imkanları ile evlerini yapıyormuş ama yumuşak zemine yapılan bu evler bir süre sonra eğilmeye başlayınca devlet daha sağlam olması için ahşap kazıklar çakarak evleri kendi yapmaya başlamış ama paranın ev sahibi tarafından karşılanması şartıyla. Vergi de evin ön cephesinin genişliği kadar oluyormuş. O nedenleymiş bu yamulan evler ve daracık binalar. Ama takdir ettim amcamı az olsun ama evim olsun demiş. 1 metrede olsa yaptırmış. iyi de kardeşim nasıl oturur kalkarsın,iner çıkarsın o evde. Aklım almıyor.
Eve gidince anneme anlattım evi pek inanmadı sanırım. Çıkardım fotoğrafını gösterdim. İşte dedim bak senin oda kapısının genişliği kadar. Adam olmaz dememiş. Hayretler içerisinde kaldı benim gibi. Durup durup o evin içinde kendimi düşündükçe afakanlar basıyor beni diyordu.
Şehrin hemen hemen tüm geniş kanallarında bu büyük tekne evler var. Pariste de çok görmüştüm bunlardan ama burada sanırım daha fazla. Hepsi bakımlı ve yine çiçeklerle dolu.
Ve yine kilit yine kilit.
Ne yenir ne içilir derseniz sık sık fastfood ve "patat" dedikleri patates kızartması satan mekanlar var ama biz pek tercih etmedik. Onun yerine kırmızı et yiyebileceğiniz mekanlar ve uzakdoğu mutfağından yemekler sunan restoranları,tapas yapan yerlerin sayısı çok. Cafeler çok güzel. Ama yolunuz düşerse Ree 7 isimli cafe yi size önerebilirim. Yorulan ayaklarınızı dinlendirmek ve güzel bir mola vermek için harika bir mekan.
Hediyelik eşyaya gelince seçenek çok her yer peynir,ahşap ayakkabı yada bunların ev versiyonlu olan pufidik olanları,lale ve çiçek soğanları...Alışveriş merkezi aramayın. Yok. Ama merkezde bol miktarda mağaza ve dükkan var. Yalnız saat 16:00 dediniz mi kapanıyor. Ne ilginç gelmişti bana. Perşembeleri de saat 20:00 a kadar açıklar genelde. Ama kimi dükkanlar öğlen 12 de ancak açılıyor. Siz iyisimi girerken dükkanın kapısında açılış kapanış saatlerine bir bakın. Eğer yolunuz Volendam a düşecekse hediyelik için fazla acele etmeyin. Çünkü orada fiyatlar bir parça daha iyi. Su en pahallı şeylerden biri. Hemen hemen adım başı Albert Heijn diye bir market göreceksiniz. Bu sizin hayatınızı kurtaracak. Ama fiyatları her dükkanda aynı değil. Özellikle istasyon içindeki dükkandan alırsanız suya 4 katı fazla ödeyebilirsiniz.
Ben size peynir almanızı kesinlikle öneririm. Neredeyse hemen hemen tavsiye edilen her dükkana girsem de açık ara favorim Amsterdam Cheesse Company oldu. Tüm peynircilerde rahatlıkla tadım yapabiliyorsunuz. beğenmezseniz almak zorunda da değilsiniz.
Bu arada küçük bir parantez. Amsterdam da hemen hemen her yerde XXX işaretini göreceksiniz. Bariyerlerden,çöp arabalarına,flamalardan rögar kapaklarına kadar hatta altta mağazanın önünde asılı bayraktada aynı işaret var. Bazı Amsterdamlılar biz 3 kere öpüşürüz dese de asıl sebep tarihleri boyunca geçirdikleri 3 büyük felaketi simgeliyormuş.
Veba,sel ve yangın. Ama şahit oldum gerçekten de selamlaşırken yanaktan 3 defa öpüşüyorlar.
Yok ben farklı bir şeyler arıyorum derseniz bir sokak arasında sevimli bir dükkan olan All The Luck İn The World ü size önerebilirim. Sahipleri de dükkan ve ismi gibi çok şeker.
Lale soğanı ve sümbül yada diğer soğansı bitkilerden alacaksanız size heryerde var ama ben Tulip Museum yani Lale Müzesi harikadır. Sahibi de neredeyse tüm müşterileri ile birebir ilgilenip dikkat etmeleri gerekenleri ve ufak tefek bilgiler veriyor.
Emaye severler için de harika dükkanlar var.
Ve eğer bisikletinizi doğru şekilde zincirlemezseniz sonunda bu şekilde bulabilirsiniz.
Biz eşimle bu tatilde dur durak bilmeden birkaç şehir gezdik. Hepsi de birbirinden güzeldi. Sonraki durağımız Amersfoort. Çok seveceksiniz.
Iyi gezmeler. Aslinda sehir iyice batmadan gitmek gerek;) artik kuresel isinna soguk bildigimiz ulkeleri bile etkilemis yaz tatil planimi rusya olarak dusunuyoruz kuzey avrupa ulkeleri bile 30 derece :(
YanıtlaSilÇok haklısınız. Sabah ve akşam bir parça serin olsa da gün içinde ki sıcak bile rahatsız etti zaman zaman. Rusya aklıma gelmemişti ama açıkçası Norveç yada Danimarka biraz daha serin olabilir düşünmekteyim.
SilYorucu ama çok güzel bir gezi olmuş..Çok beğendim şehri her fotoğrafta orada olup yaşayasım geldi :) bir daha ki gezinizi merakla bekliyorum :)
YanıtlaSilEvet bayağı yorulduk ama yeni yerler,farklı kültürler ve yaşamlar tanımak,sokaklarda kaybolmak iyi geldi. Çok teşekkür ederim yorumuna. Beğenmene sevindim.
SilÇok ağır ve çok keyif ile okudum. Çok teşekkürler paylaşım için. :)
YanıtlaSilBen teşekkür ederim yorumunuza.
SilBurası öyle sıcak ki, su kanalları, ağaçlar beni serinletti inan okurken. Peynir demişken, ülkemizde 300 çeşit peynir var ama yine de ecnebilerinki çekici geliyor oraya gidince değil mi? Keşke biz de onlar kadar güzel pazarlayabilsek...Detaylı ve güzel bir anlatım olmuş yine, ellerine sağlık. Devamını da seveceğime eminim:)
YanıtlaSilBize de nasıl iyi geldi anlatamam. Sıcağa tahammülüm artık gitgide azalıyor sanki. Hemen halsizleşiyor ve bitkin oluyorum. Biraz da o nedenle en azından yaz tatilinde 3-5 gün de olsa serinlik iyi geliyor.
SilPeynir konusunda kesinlikle sana katılıyorum. Bizim maalesef bir vizyonumuz yok,kendimizi,malımızı nasıl pazarlayacağımızı,kaliteyi nasıl standart hale getireceğimizi bilemiyoruz. Elin adamı peynirden turizm yapıyor. Biz kendi içimizde kendi peynirimizi aynı kalitede bulamıyoruz. Sen belki bir parça o yönden şanslısın Ezine ve Çanakkale Balıkesir peynirleri meşhur ama ben burada aynı lezzeti arka arkaya yakalayamıyorum. Ancak Marketten belli markanınkini almam lazım o da fabrikasyon üretim aynı zevki vermiyor. Aşmamız gereken çok şey var daha maalesef.
Yorumun için teşekkür ederim. Sevgiler.
Ne güzel anlatmışsın. Sayende gezmiş kadar oldum :)
YanıtlaSilHem ayaklarına, hem objektifine, hemde yüreğine sağlık :)
Çok teşekkür ederim Şebo. Beğenmene çok sevindim. Kocaman öptüm Oytun u da ,seni de...
Sil1 metrelik evde birisi yaşıyor mu merak ettim :) baya ilginçmiş , iyi eğlenceler dilerim..
YanıtlaSilEvet yaşıyormuş. Benim en şaşırdığım ve merak ettiğim şeylerden biri oldu Bu konu. Utanmasam gerçekten girip hatta kapıdan da olsa bir bakmak isterdim.
SilTeşekkür ederim yorumuna.
Biz kışın gittiğimizden böyle çiçekli halini görememiştik. Çiçekler ile
YanıtlaSilyemyeşil bir kent çok güzel.
Kışın çok soğuk oluyormuş. Ben de tam tersi kışın halini düşünemiyorum çünkü her yer ama her yer rengarenk çiçekti. hatta bazı şehirlerde ki evlere ve bahçelerine hayran kaldım Buket. Onları kışın düşünemiyorum.
SilNe hoş bir anlatım nerde kalırız belli ve nereleri gezeceğiz o da belli ,bizim için çok yararlı bir rehber oldun teşekkür ederim
YanıtlaSilYok benimkisi sadece merak ederseniz diye küçük tavsiyeler. çünkü ben başka bir ülkeye yada şehre gitmeden önce orayı görmüş ve tanıyan birilerinden yorum ve fikir almak isterim. Ama herkesin zevki ayrı olduğu için tercih ve beğeniler farklılaşır. ama bir rehber olacaksa sevinirim.
SilBen teşekkür ederim yorumuna.