27 Ağustos 2015 Perşembe

Bugün Edam dayız!


Eğer gittiğim şehirde otobüs ile diğer şehirlere ulaşım imkanım varsa ilk tercihim o oluyor. Tren evet belki daha hızlı bir ulaşım aracı ama otobüs ile etrafa bakınarak,geçtiğim yerleri görerek daha fazla keyif alıyorum o yolculuktan. Amsterdam o yönden de imkanları olan bir şehir. Yine Central Station dan bu kez yürüyen merdivenlere binip üst kata çıkarak, otobüs ile küçük bir tur atacağız. 3 küçük ama çok güzel şehir var bugünkü turumuzda. Edam,Volendam ve Marken için 10 euroluk bir bilet alıyoruz.




İlk durak Edam. Hani şu meşhur Edam peynirinin memleketi. Sarı,yuvarlak ve dışı mumla kaplı olduğu için dayanıklı. İnince küçük,sevimli,sakin bir yerle karşılaşıyoruz. Yine kanallar ama bunlar daha küçük,yemyeşil bahçeler,çiçekler,açılır kapanır küçük köprüler,tek katlı yada iki katlı sevimli evler,güleryüzlü ve gerçekten mutlu keyifli insanlar. İnsan burada nasıl stres olabilir ki zaten. 











Şehir fazla turistik değil ama Kaassmarkten denen peynir pazarının kurulduğu günlerde özellikle gurmeler ve peynir sevenlerin akınına uğruyormuş. Yani biz kaçırdık.Çarşamba sabahı orada olursanız mutlaka gezin. Çok keyifli bir pazar olduğunu duydum. Bu küçük meydan da yerel kıyafetler ile satıcılar geleneklerini canlandırarak bir peynir satışı yapıyorlarmış. Birkaç foto aşağıda hem gün ve saatleri hem de pazarın gösterildiği bir afiş var. 









Şehir demeye de pek dilim varmıyor ama. Bizdeki şehirleri düşünürsek. Her yer tertemiz,bal dök yala. Bakımlı,huzurlu,parklarda,kanallarda hayvanlar,çiçekler,oturup etrafı seyreden kitap okuyan,sohbet eden insanlar. Evlerin önünde yine bisikletler. ama bu kez zincirli değiller. Küçük yerlerde yaşamanın bir başka güzelliği de bu olsa gerek. Yıllar önce Kuğulu Parktaki kuğuları kesip yiyen kemiklerini de oracıkta bırakanlar geliverdi aklıma bu güzel hayvanları görünce...
















Dayanamadım ve bir kıyaslama yaptım. İtiraf ediyorum yaptım. Hani şu evler az katlı,cam seviyesi yola yakın. Biz de olsa o evler perdeler nasıl olurdu diye düşündüm. Yere kadar inerdi herhalde,sıkı sıkı kapalı,içerisi görünmesin derdik. Hatta yok fon perdesi yok ışıklar yanacak güneşlikleri,kalın perdeleri çekelim diye iyice örterdik kimse bizi görmesin diye öyle değil mi? Ama biz de dışarıyı göremezdik. Aslında bizim dışımızdaki hayata kapatıyoruz tüm pencereleri. Ne kadar gösterebildim bilmiyorum çünkü içeride oturanları fazla rahatsız etmeden çekmek istedim fotoları. Ama o pencerelerin perdeleri tamamen kapalı değildi. İnsanların kimi sohbet ediyor,kimi çocuğu ile oynuyor birçoğu da çayı yada kahvesi elinde kitap okuyordu. Geçerken içeriye bakan kaç kişi gördüm dersiniz. HİÇ! Hiçkimse geçerken içeriye bakmıyordu. Ama ben baktım hızlıca. Yaşamlarını değildi gözetlemek istediğim,belki doğallıklarını görmek istedim kendimce ya da kendime buralarda gerçekten birilerinin normal insanlar gibi yaşadıklarını ispat etmekti derdim. Öylesine huzurlu,öylesine sakin bir yaşam. Bir film sahnesi gibi hazırlanmış sokaklar ve evler. 
Evinden eşiyle birlikte kol kola ıslık çalarak çıkan 80 yaşlarında bir amca gördüm. Eşime dedim ki bizim oralarda en son ne zaman bu kadar keyifli bir insan gördün? Islık çalan bir dede,dışarıya çıkarken. Birçoğumuz belki tabii mutlu olur onların gelir seviyesi çok yüksek diyecektir. Doğrudur,gelir seviyesi yüksek olanlar daha rahat bir yaşam sürüyor olabilirler ama huzurlu olabilmek. Aslında biz toplum olarak mutsuzuz. 
Adamlar gerçekten küçücük evlerde yaşıyorlar. Sadece ihtiyaçları olan eşyaları alıyorlar. Yok konsoldu,3 lü koltuk mutlaka olmalı,misafir odasına girmeyin temiz kalsın,12 kişilik yemek takımı yok evde. Sonra bunları koymak için bizim dolap ihtiyacımız var diyoruz. Ama yok aslında,sadece belki lazım olur mantığı ile aldıklarımızı koyacak yer bulamıyoruz. Önceliklerimiz eksik olanlar ama hep birşeylerin eksikliğini tamamlamak için çalışıyoruz. Ev için kredi alıyoruz yıllarca ödüyoruz,araba için aynı sahne,çocukların okul masrafları,bu yıl masraf çok tatili boşver,telefonun en akıllısı çıkmış hem de benim ki eskimişken, kredi kartı çok geldi...Bunları uzatın uzatabildiğiniz kadar. Hepimiz aynı şeyleri görüyoruz yada yaşıyoruz ama birşeyi unutuyoruz. Yapmaktan mutlu olduğumuz şeyleri yapmayı. En son ne zaman ağız dolusu güldüğümüzü hatırlıyormuyuz? 
Bu şehir ve diğer ikisini görünce inanın bunlar geldi aklıma. Onlar nasıl bu kadar sakin yaşayabiliyorlarda biz bir top sinir yumağı olarak geçiriyoruz günlerimizi dedim kendi kendime. Birbirimizi yargılamadan,eleştirmeden,hakkında bir hüküm vermeden,başına sonuna sıfat eklemeden konuşabilecekmiyiz? Daha doğrusu birbirimizi dinlemeyi öğrenebilecekmiyiz?
Sonra otobüste Ahhh! amca dedim. Şu senin ıslık bak aklıma ne deli sorular getirdi. Ne vardı normal normal çıksaydın evinden...












Bu şehir ile söylenebilecek fazla bir şey yok onun yerine fotoğraflar daha çok şey anlatacaktır. 





Daracık bir kanala kurulmuş bir çeşit baraj ve arka tarafta hobi bahçeleri. Evler bahçeli evet ama hiç sebze meyve yetiştireni görmedim. Hobi bahçeleri bunun için sanırım. 






Bu alttaki anahtar ve porte figürü bir evin pencere trabzanı idi. Evin bir ucundan diğer ucuna kadar devam ediyor ama pencerenin altında da bir trabzan görevi görüyordu. Pencere de oturan bir bayan olduğu için onu rahatsız etmektense sadece bu orjinalliği hatırlama adına çekmek istedim. Ne güzel dedim etraflarına,yaşadıkları yerlere estetik katmak için ne güzel şeyler düşünmüşler,bunun için emek vermişler,kafa yormuşlar.  




Biz birkaç saatte burayı gezdikten sonra yine otobüsümüze atlayıp Volendam ve Marken e doğru yol alıyoruz. Bu 3 şehri kapsayan biletinizi gün içerisinde istediğiniz saatte kullanabilirsiniz. Edam da istediğiniz kadar kalabilir yada Marken e daha fazla zaman ayırabilirsiniz. Kimseye bağlı değilsiniz. Bir rehber yok. Hadi acele et kalkıyoruz diyen yok. Sadece siz ve paşa gönlünüz...Haa bir de tabii biletiniz. 
Bir sonraki postta Volendam ve Marken i birlikte alıp Hollanda seyahatini bitireceğim. Gına geldiğinin farkındayım,bitiyor ve ben de biraz tariflerimi özledim. 




25 Ağustos 2015 Salı

Bekle Bizi Amersfoort...


Evet bugün Amersfoort a gidiyoruz. Amsterdam ı gezdik,tamam iyi güzel hoş ama gördüm ki Hollanda nın başka güzel şehirleri de var. Çakılıp kalmayın otele ve şehre. Atlayın trene yada otobüse biraz da başka yerler keşfedin. Avrupa bunun için çok müsait. Tren biletiniz alıyorsunuz ve ister Avrupa nın başka bir ülkesine ve şehrine yada bulunduğunuz ülkenin başka bir şehrine rahat bir şekilde ulaşıyorsunuz. Biz de öyle yaptık ve Amersfoort a gidelim dedik. 
Önce merkez istasyonun içindeki bankolarda uzuuuun bir sıraya girdik ki maalesef en huysuz çalışanı seçmişiz. Bileti aldıktan sonra bize trenimizin peronunu ve kalkış saatini söyledi. Gittik baktık ama o peronda o saatte öyle bir tren yok. Hemen Tourism informationa gidip (böyle imkanlarda var. Turistleri yönlendirmek ve bilgi vermek için gayet iyi düşünülmüş) olayı anlattık oda bize Amersfoort a en kısa zamanda gidecek olan treni söyledi fakat buna binmeyin çünkü biraz yavaş o yüzden Berlin trenine binebilirsiniz dedi. Biz ne alaka falan derken neyse bir şekilde trene bindik. Trene bisikletleriniz ile binebiliyorsunuz. Belli vagonları bisikletli yolcuların seyahati için ona göre planlamışlar. Ama biz alt tarafı Amersfoort a gideceğiz. Açıkçası trendeki durumu pek beğenmedik. Yerlere serilen Türkler,çoluk,çocuk.bebek arabaları,bisikletler bir yandan,karısı ile bağıra bağıra kavga eden başka bir Hollandalı bir yandan,koltuklar dolu tıkış tıkış ayakta yolculuk ettik. Açıkçası pek eğlenceli değildi. Adamın dediği gibi öyle uçmadık da yaklaşık 40 dakikada vardık şehre. Amersfoort trenine binsek de herhalde saatler sürmeyecekti. Moralimiz biraz bu sırada bozuldu ama çok takmadık. 
İnince istasyondan çıktığınızda City Centrum yazan şehir merkezine giden otobüsler kalkıyor,bunlara binebilirsiniz. Biz şoföre şehrin uzakta olup olmadığını sorduk. Adam da çat pat ingilizce ile yürümeyi seviyorsak 15 dakikada varabileceğimizi söyledi. İçimizden delimisin dedik. Otobüs bizi bozar. Biz yürürüz. Yoksa nasıl buluruz gizli güzellikleri,ki dememeliymişiz. Biz yanlış yola sapınca merkezden daha da uzaklaşmışız. Evet bu arada Action adında çok hoş ve alakalı alakasız her türden ürün satan ve aynı zamanda müthiş ucuz bir mağaza keşfettik ama inanın doğru yolu öğrenip şehre varana dek biz de pil bitmişti. O günde; terslik hava bir sıcak bir sıcak. Neyse boşverin terslikleri biz gezmeye geldik. 
Tarihi 11. yy a kadar dayanan gelişmesi belli bir program dahilinde olan 200 bine yaklaşan nüfusu ile sakin,huzurlu bir hayat sürüyor sanki buranın halkı. Sokaklarda çocuklar,çiftler,kol kola girmiş yaşlı insanlar. Bu arada şehir Utrecht bölgesinin 2. büyük şehri ve Hollanda nın en eski yerleşim yerlerinden biriymiş. Büyük şehir üstelik 200 bine dayanan nüfus ve şehir kavramları beynimde yankılanıp durdu. Kıskanmadım mı çok kıskandım. O kadar çok kıskandım ki bu şehri,oradaki sakinliği. Ama erken konuşmuşum:öylesine iki yere daha gideceğiz ki siz de benim erken konuştuğumu fark edeceksiniz. 
Neyse neyse şehrin etrafı 1300 lerde korunma amaçlı surlarla çevrilmiş. Şehir zamanla büyümeye devam ettikçe suyun yükseldiği zamanlar ve düşmen saldırılarından korunmak için kapatılabilen bir kapı ile ikinci bir duvar yapılmış. 




Ortaçağdan itibaren tekstil ve bira üretimi sayesinde gelişmiş ekonomisi ve bugünde şehrin bu tarihsel yapısı hiç bozulmadan yaşam bir bütün olarak devam etmiş. 










Şehrin içerisinde yine kanallar var. Bunlar da evleri ve şehrin doğal yapısı ile nefis bir manzara sergiliyor. 
Hadi biraz gezelim sonra yine anlatacaklarım var benim. 



















İyi geldi mi? Ben çok sevdim bu şehri. Böyle bakıp da ne o ne kadar sakin,alışveriş yapacak,hediyelik alacak,yemek yiyecek hiç yer yok mu diyenler varsa...Bu şehir de tasarım mağazalardan,sanat galerilerinden,sokak kafelerinden,müzelerden,hediyelik eşya satan yerlerden bir sürü bulabilirsiniz. 









Evet,sakin ve küçük bir şehir gibi görünse de oldukça hareketli Amersfoort. Her türlü alışverişinizi buradan yapabilirsiniz. Ama gene de Volendam ı da bekleyin derim. 
Şehirde birkaç büyük meydan var. Hatta o mavi fenerli olanı nasıl şirin nasıl güzel bir meydan. Burada adres,sokak ismi,şu cadde diye adres vermemi beklemeyin anladım ki kullandıkları Flemenk dili bana en az japonca kadar uzak bir dil. Konuştuklarının,çıkardıkları seslerin benim için hiçbir anlamı yok. Hatta haritayı da sadece önemli binalara göre yolumuzu yönümüzü keşfetmek için kullandık o derece yani. 
Ana caddesi yani mağazaların ve restoranların olduğu yer oldukça hareketli ama saat 16. dan sonra tüm dükkanlar kapalı ama siz eğer burada kalacaksanız dükkanların açılış kapanış saatlerine bir bakın. En iyi dondurmalardan birini de bu caddede uzun bir sıra bekledikten sonra yediğimizi de belirtmeden geçmeyeyim. Öğlen içinse size ağaçların hışırtısı ve gölgesi altında nefis bir panini önerebilirim. Bu kadar hareketli bir cadde ve meydanlar biraz fazla geldiyse hemen bir yan sokaklara geçelim...












Sokaklar işte böyle, hayran kalmamak elde değil. İnsanlar sanki dekor olsunlar diye yapmışlar izlenimi veriyor ilk etapta ama yok yaaaa! Gerçekten yaşıyorlar bizim gibi. Yani bizim gibi derken,işe gidiyorlar,yemek yiyor,markette sıra bekliyor ve daha bir sürü şey sıralayın siz yani gerçekten yaşıyorlar burada. 
Yalnız beni rahatsız eden şeylerden birini itiraf edeyim o büyük motorlu hani çok ses yapan şu motorlar var ya onlardan çok vardı bu şehirde. Hani bu dünyaya ait değiller de uzaydan gelip burayı ele geçirmek istiyor gibiydiler. 
Son olarak şehrin en önemli simge yapılarından biri hatta en önemlisi bu galiba tüm Hollanda için de önemliymiş. Halk arasında Long John adıyla bilinen çan kulesi. Önünde büyük bir meydan da olan bu kulenin yanında bir kilise varmış ve 1700 lerin sonuna doğru meydana gelen bir patlamada kilise yok olmuş ama bu çan kulesi kalmış. Meydan da hani şu yaprak hışırtılı,cafe ve restoranların olduğu meydan. Dedim ya isim veremem çünkü ne aklımda kalıyor nede söyleyebiliyorum. 



Bunun neresi ilginç derseniz. Ki ben olsam derim. Şehirde Long John dan uzun bina yapmak yasakmış. Ve her köşeden tabii ki bu kadar yüksek olduğu için görülebiliyor. (yani biz yönümüzü Long John a göre ayarladık). Ayrıca kulenin içine girebiliyorsunuz. Muhtemelen yukarıda çıkıyorsunuzdur. Saat başı değil 15 dakikada bir sanki müzik kutusu gibi sesler çıkaran bir saat kulesi bu. 
Hollanda için önemine gelince bu yapı ülkenin coğrafi açıdan orta noktası görevi görmesiymiş. Yani büyük kısmı denizi doldurarak oluşturulan bir ülke de planlamalar bu yapının solu sağı yada işte diğer yönlerine göre belirtiliyormuş. 
Peki bu koskoca bomboş meydanda başka birşey yok mu ? Tabii ki var. O da Cumartesileri kurulan ikinci el pazarı. Ama biz gittiğimizde Cumartesi değildi, göremedik. Bir dahakine diyelim.




Kısaca biz Amersfoort u çok sevdik. Şimdi otele dönmek için istasyona gitme vakti. Tren biletinizi alırken yada trene binerken önceki postta yazdığım gibi Amsterdam Central Station dan geçen trene binecek ve o istasyonda ineceksiniz. Diğer duraklar çok alakasız. 
Son olarak şunu anladım ki evet Amsterdam güzel ama ben küçük şehir insanıyım. Bitmedi başka güzellikler ile devam...







Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...