30 Temmuz 2015 Perşembe

Bologna,Kalbimdeki Yerin Ayrı


Ve nihayet Bologna dayız. Burası İtalya nın kuzeyinde Kızıl Şehir de denilen bir yer. Bu lakabın hakkını verircesine kırmızı tuğladan yapılmış binaları ve meşhur Bolonez sosu ile ünlü. Aynı zamanda Kızıl lakabı ile paralel solcu bir şehirmiş. Beklentilerimin çok üstünde çıktı burası benim için. Avrupa nın en eski üniversitesine sahip bu şehirde Dante,Erasmus,Albrecht Dürer ve Kopernik mezunların arasındaymış. Eğitim seviyesi ve yaşam kalitesi yönünden oldukça iyiymiş. İnsanların çok şık ve kibar olduğu,temiz,düzgün orada olduğumuz sürece rahatsız edici hiçbir olay veya taşkınlıkla karşılaşmadığımız bir yer oldu. Fiyatlar diğer Avrupa ülkelerine göre oldukça makul. Nitekim otellerde öyle. İtalya nın hemen hemen her yerine tren ile ulaşım var. Havaalanı şehre çok yakın. Güzel anılarla ayrıldığımız bir şehir oldu bizim için. Bakalım siz nasıl bulacaksınız kısaca gezelim o zaman bu şehri. 

Bologna nın ana caddesi Via Dell Indipendenza sizi doğruca şehrin kalbinin attığı iki meydana çıkartır. Gün boyu hareketli ve ünlü ünsüz bir sürü mağazalar ile dolu bir cadde.  


Bologna dünyanın en uzun Portico larına yani fotoğrafta görülen kemeraltı denen yapılara sahip. Toplam uzunluğu yanlış hatırlamıyorsam 3,5-4 km arası. Zamanında şehir kurulurken insanlar yağmurdan ve kardan,yazında güneşten etkilenmesinler diye her binanın altına yapılmış. Neredeyse sadece karşıdan karşıya geçmek için yola çıkıyorsunuz ve sonra tekrar Portico larının altında yolunuza devam ediyorsunuz. Güneş varmış,yağmur mu yağıyormuş amaaaan bana ne... Öyle uyduruk da değiller,oldukça estetik hatta işlemeli olanları var. Adamlar değer veriyor kardeşim,her insana,her yaşama. Off off yazarken efkar bastı yine. İşte bu değeri gördükten sonra kendini önemli zannediyor ve ülkeye iner inmez sağdan soldan sıkıştıran, korna çalan arabalarla,yaya geçidinde yol vermemek için hızlanan araçlarla gerçek dünyaya dönüyorsun. 
Neyse devam...



Şehrin en ünlü meydanı Piazza Maggiori. Meydan da görülen bu bina San Petronio klisesi. Giriş ücretsiz fakat biz tam da Paris deki Charlie Hepdo saldırısının ertesinde gittiğimiz için güvenlik her yerde çok sıkıydı. 
İçeride Dante nin cehennemi tasvir ettiği freskleri ile meşhur. Dışarıdan bakınca pek bir numarası yok gibi görünse de içi güzel. Yapımı neredeyse 300 yıl kadar sürmüş. 






Palazza D'Accursio 13. yy dan beri belediye sarayı olarak kullanılmaktaymış. Adamlar karafatma var,amaan bu eskimiş yenisini yapalım dememişler. Ana giriş kapısının hemen üzerinde Bologna lı Papa 13. Gregory nin heykeli var. İçerideki toplantı salonlarını özellikle Kırmızı salonu görebilirsiniz. Hatta şanslı gününüzdeyseniz toplantı sırasında hoparlörlerle dışarıya verilen seslerden tartışmaları duyabilirsiniz. 
Gün batarken burada olmak ayrı bir keyif. Güneşin bu tarihi yapılar arasında süzülmesini izlemek ve o kızıl renklerin değişikliklerini seyretmek müthiş. 





Ve Maggiore ile bitişik diğer bir meydan Neptuno çeşmesinin de içinde bulunduğu Piazza Neptuno. Fotoğrafa bakınca heykelin sağ tarafında bir kısmı restorasyonda olan Palazzo Re Enzo sarayı var. Sol tarafında ise gün boyu hareketli olan eskinin borsası şimdinin kütüphanesi olan Sala Borsa. 




Deniz ve suları kontrol ederek onları hareketsiz hale getirmek için sol kolunu ileriye doğru kaldırmış Neptün ün heykeli en tepede. Hemen altında dört tarafta birer tane olmak üzere ellerinde balık tutan çocuk heykelleri var. Heykelin en altında ise yine dört adet yarı kadın yarı balık heykeller bulunuyor. Bunlarda o dönem bilinen dört büyük nehir olan Ganj,Nil,Tuna ve Amazon u ifade etmekteymiş. 




Bologna nın tarihi güzelliklerinin yanında lezzetli yemeklerini de mutlaka tatmalısınız. Maggiore meydanından Mercato Di Mezzo günün her saati hareketli,kıpır kıpır bir sokak. El yapımı makarnalar,Adriyatik ten gelen tazecik balıklar,meyveler sebzeler,çeşit çeşit peynir ve şarküteri ürünleri beni baştan çıkardı. Size Simoni,Atti,Eataly ve özellikle Tamburini yi tavsiye ederim. Eataly nin bizim buradaki ile hiç alakası yok. Hatta diğerlerinin arasında onu pek kaile alan da yok. 












Hazır buraya gelmişken Tamburini de spagetti bolonez yiyin. Ya da tortellini veya motadella yiyebilirsiniz. Nefis nefis nefis. Burada sabah öğle akşam makarna yiyebilirim. Hatta İtalya nın gördüğüm hiçbir şehrinde bu kadar güzel makarna yemedim diyebilirim. 
Yalnız bu postu hazırlarken öğrendim ki Bolonez sosu geleneksel olarak yapan restoranlar içine az miktarda domuz eti koyuyorlarmış. Bunu bilmiyordum açıkçası aklıma bile gelmedi. Kırmızı etten yapılır diye düşünmüştüm. Hatta risotto da içindekileri sordum ama. Umarım benim yediğim yerler bu sosu geleneksel tarifle yapmıyordur. Siz yemeden önce sorun isterseniz. 



Bologna Üniversitesi 1088 de Batı da kurulan en eski üniversite. Duyunca kendi kendime tekrarladım 1088,1088. İnanılmaz geldi bana. 








İtalyan fizikçi Galvani nin heykeli meydanı süslüyor. 




Verdi meydanı üniversite bölgesi olduğu için sokak cafeleri ve öğrenciler ile oldukça hareketli. 




Yönümüzü dar sokaklara çevirip Via Santo Stefano ya doğru yol alıyoruz. Bu yol üzerinde pasta ve makarna yapmak için gerekli  malzemeleri satan dükkanların yanı sıra antikacılar ve tasarım ürünler satan mağazalarda var. Yıl da birkaç kez Piazza Santo Stefano meydanında çok eski bir gelenek olan antika pazarı kuruluyormuş. Görmeyi çok isterdim ama bize denk gelmedi.
Piazzalar yani meydanlar eskiden beri insanların bir araya gelip sosyalleşmesi için çok önemli olan ve şehir planlamalarında yer verilen detaylardan birisiymiş. İtalya da da bu tür meydanlardan bol bol var. Bizde ki adı Avm ler yani. 



Santo Stefano Bazilikası denen yer aslında bir kompleks yani halk arasında yedi kliseler denen yer. 5. ile 8. yy arasında inşa edilmiş ve sadece 4 tanesi bugün ayakta kalmış. 






Eğik kuleler bu meydana oldukça yakın ve şehrin simgelerinden biri. Gözünüz yerse 400 küsur basamakla tepesine çıkıp Bologna manzarasını seyredebilirsiniz. ve sonunda kulelerin hemen dibinde Gelateria Gianni de nefis dondurma yiyebilirsiniz. En güzeli hangisi mi İtalya dayız ve tabii ki rocotta lı olan. 

Bir de son olarak biz buradan Floransa ve Venedik yaptığımız için gidip görme gereği duymadık ama siz isterseniz Via Piella 18 numarada Venedik Pencere si olarak adlandırılan bir yer varmış,oradan bakınca kendinizi Venedik te sanıyormuşsunuz. ama bence oraya kadar gitmişken atlayın trene 1,5 saat sonra batmadan Venediğin kendisini görün derim ben. 

Burada yediğiniz makarna ne bizim bildiğimiz makarna ne de Tiramisu bizim bildiğimiz Tiramisu. Adamlar biliyor işi der ve konuyu kapatırım. Atladığım yada sormak istediğiniz varsa yardımcı olmaya çalışırım. 
En son Eataly de Parmesanın kilosunu 300 tl gibi hatırlıyorum ama buradan ben parmesanın kilosunu 18 euro dan aldığımı belirtmeden geçemeyeceğim. Paolo Atti&Figli adında ki 100 küsur yıldır açık olan bir dükkandan ev yapımı makarnalar alabilirsiniz. Yalnız gelince suda haşlamaya kalkmayın zira pek bir şeye benzemez. Öğrendiğime göre makarnayı et suyunda pişiriyorlarmış. Makarnaya bakışım değişti. 

Bu not kendime;Bir daha gezi notlarına bu kadar ara verme ,araya zaman girince öğrendiklerimi hatırlamak ve toparlamak zor oluyor. 



10 Temmuz 2015 Cuma

Serin Serin İyi Gelir Bozcaada


Bir türlü bitmedi şu İtalya turu değil mi? Araya hep bir şeyler girdi. Tarifti,molaydı,şimdi de Bozcaada. N'apayım o kadar sıcak ki serinlemek için Bologna yerine araya bir Bozcaada sıkıştırayım da biraz ferahlayalım dedim. 
Aslında yeni değil Haziran başında sadece haftasonu için kaçamak yapıp gitmiştik eşimle Bozcaada ya. 
Malum okulların son günleri. Evraklar dağ gibi yığılmış. Bütün yıl görmediğiniz veliler not için her gün okulda. Derste sesi çıkmayan öğrenci bülbül olmuş şakıyor öğretmenler odasının kapısında. Öyle bunalmışım ki amaaaan şurası gider döneriz dediğimiz Bozcaada, ay ne uzakmış. Sabahın köründe düştüğümüz yollarda Geyikli den feribota binerek ulaştık adaya. 
Adım adım tüm haftasonunu özetleyeceğim ama tüm tatil postlarım gibi bol miktarda fotoğraf içeren bir post ona göre. Biz buraya bayıldık. Kendimizi bir ayıpladık ki sormayın. Biz niye buraları daha önce keşfetmemişik diye. Neyse geç olsun da güç olmasın. 
Kara yoluyla Çanakkale ye gidilip,oradan Ezine-Geyikli minibüsüne binip Geyikli iskelesinden ada feribotuna binebilirsiniz. Ya da  Çanakkale den ve Gelibolu dan Bozcaada feribotuna binerek de adaya ulaşmanız mümkün. 






Ben efsaneleri ve gittiğim yerlerin tarihini araştırmayı severim bilirsiniz. Bozcaada da tam benlikmiş bu konuda. 
Efsaneye göre Lapseki de Poseidon un oğlu olan Kyknos adında bir kral yaşıyormuş. Bu kralında Thenes adında bir oğlu varmış. Thenes in annesi ölünce kral başka bir kadınla evlenmiş ve üvey annesi Thenes e iftira atmış ve bir kavalcıyı da şahit olarak göstermiş. Bu iftiraya inanan kral, daha küçük olan oğlunu bir sandığa koyup denize bırakmış. Akıntı ve dalgalarla Thenes in bulunduğu sandık (tabii ki bugünkü postun konusu olan) Bozcaada da kıyıya vurmuş. Çocuğu bulan oranın halkı onu büyütmüşler ve büyüyen Thenes adaya yerleşmiş ve adanın ismi Thenedos olmuş. 
Yıllar sonra atılan iftirayı anlayan kral oğlunu bulmak için çok uğraşmış ve sonunda yaşadığı adaya gelerek onu görmek istemiş. Bunu öğrenen Thenedos babasının gemisinin iplerini kesmiş ve adaya kavalcıların girmesini yasaklamış. 
Ada da kavalcı varmıydı bilemem ama eskiden geçen ticaret gemilerine saldıran korsanlar bu adayı sığınak olarak kullanmışlar. 1. dünya savaşında da İngiliz ordusuna hastane ada olarak görev yapmış. Ege adaları zamanında Yunanistan a verilmiş fakat ülkemize çok yakın olmaları sebebi ve güvenlik nedeni ile Gökçeada ile Bozcaada bizde kalmış.  



Çanakkale ye bağlı çok güzel bir ada burası. Üzüm bağları,bozulmamış doğası,şarapları,buz gibi ama berrak denizi,mini mini harika koyları,Amaranda çiçeği,nefis gün batımı ile ünlü ve havası buram buram iyot kokan bir tatil noktası. 




Konaklamak için Bağ evlerini tercih edebileceğiniz gibi ada merkezinde bol miktardaki otel ve pansiyonları da düşünebilirsiniz. Biz Booking üzerinden Limanın hemen arkasında küçük ama temiz ve sevimli,oldukça da kibar ve sıcakkanlı sahipleri ile bir aile otelinde kaldık. 




Şehir mimari olarak ikiye ayrılmış gibi. Bir taraf eskiden Rum ailelerin oturduğu Rum tipi evlerin bulunduğu Rum mahallesi. Diğeri de müslümanların oturduğu kısım. Aradan da eskiden bir dere akarmış. Hayat yavaş ve sakin akıyor sanki burada. 


















Yemekler de harika Bozcaada da. Seçenek çok,fiyatlar diğer turistik yerlere göre daha ucuz. İster limandaki mekanları tercih edebilir ister adanın içinde bulunan diğer mekanlarda karnınızı doyurabilirsiniz. Biz ilk olarak Asma 6 nı tercih ettik. Sadece bayanların işlettiği ve çalıştığı, içki ruhsatı olmayan harika bir mekandı burası. Çalışanlar oldukça kibar ve sıcakkanlı ama gereksiz gevezelik yapmayan,yemekleri de bir o kadar başarılı. 







Battı Balık adanın en meşhur mekanlarından biri. 




Simyon akşam yemeği için bir seçenek



Asmalı Meyhane akşam saatlerinde oldukça fazla rağbet gören mekanlardan biri idi. Gitmeden önce bize Adam ı tavsiye etmişlerdi ama bu kez fırsatımız olmadı. Sizin yolunuz düşerse uğrayın derim. 








Çiçek pastanesi çok meşhurmuş. Severim ben böyle küçük yerlerde, oralı olan insanların daha çok rağbet ettiği ve ağaç altı,eskilerin deyimi ile köy meydanı olan mekanları. Burası da tam öyle. Tabii ki turist var ama öyle sesli müzik,gürültülü kalabalık,rahatsız edici bakışlar,sürekli ne istersiniz diye başınıza dikilen garsonlar,yeter artık çok oturdun diye bakan çalışanlar yok. Hayatımda yediğim en güzel dondurmayı yedim ben burada. Enfes ve doğaldı. Kurabiyeleri çok lezzetli. 
Biz giderken Rum mahallesinde ki fırınlarından sakızlı kurabiyesinden ve Kavala kurabiyesinden aldık ki ben orijinal Kavala kurabiyesinden daha çok beğendiğimi söyleyebilirim. Sahibi olan beyefendi gururlu bir şekilde çünkü en kaliteli ve doğal malzemeleri kullandıklarını söyledi. Ayrıca sırf meşhur olduğu için aldığım ama eve gelince keşke birkaç kutu daha alsaydım diye hayıflandığım Efi badem kurabiyesi enfesti. Sadece Çınaraltı Cafe,Ada Cafe ve 4 hanımeli restoran da satılıyormuş. Meşhur içi badem dolgulu domates reçelinden,gelincik reçelinden alabilirsiniz. Ayrıca gelincik şerbetini mutlaka gitmişken deneyin derim. 
Ve bir sürü hediyelik eşya ve tasarım ürünler bulunan dükkanlardan hediyelik ve hatıra eşya satın alabilirsiniz. Eee daha ne olsun.  




Ada da ne mi yapılır? Sokak sokak gezilir. Her sokakta yeni bir güzellik keşfedilir. Denize girilir,koylar gezilir . Her akşam meydandan kalkan minibüslerle ada turu ve tekne turu yapılır ve güneşin batışı piknik yaparak seyredilir. Akşam enfes bir balık ziyafeti çekilir. Ayazma da denize girilir. Dahası size kalmış. 

















Akşamlar ayrı bir güzel sanki burada. 








Ada da en sevdiğim şairin en sevdiğim şiirlerinden birinin bir bölümünü bir bankta görmek yüzümde kocaman bir gülümsemeye sebep oldu. 


Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
   hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
           ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
 yaşamak yanı ağır bastığından.
NAZIM HİKMET RAN
Uzun lafın kısası biz hayran kaldık Bozcaada ya. Kalbimiz buruk ama geçirdiğimiz sadece 2 günün verdiği keyif ile adaya veda ettik, Tekrar görüşmek üzere diyerek.  
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...