21 Ağustos 2013 Çarşamba

Bantlandım


Bu aralar her mutfakta tatlı bir telaş. Mis gibi kokular,kavanozlar,salçalar,turşular,ortada sebzeler,sebzeler...Herkes harıl harıl kışa hazırlanıyor. Ben de katıldım bu telaşa. Yapıyorum da yapıyorum. Bilmem, yemek kısmet olur mu? Ama ben de hazırlanıyorum . Bunca işle uğraşırken de kendi kendime konuşup duruyorum. Şu dondurucular,rondolar olmasa biz ne yapardık diye. Buzdolabının o küçücük buzluğuna nasıl sığıyordu acaba koyduklarımız,yada biz derin dondurucular olmadan önce ne yapıyorduk diye. Her seferinde yok diyorum bu yıl yapmayacağım. Bunca telaş,mutfak batıyor. Hadi sonra onları sil,temizle. Ama yok genlerde var ya,yine duramıyorum. Bir yandan da içim içimi yiyor. Bloğa bakamadım,bir şeyler koyamadım,hobiler kaldı,kesip biçemedim diye. Anlayacağınız kendi kendime bile sohbet eder duruma geldim yani. Yıka,doğra,pişir,kavanozla,poşetle,temizle. Biraz ara vermek için en kolay ve en pratik projeler hazırlayabildiğim bantlarıma gitti yine elim. Aldım hepsini masama ve daha önce Pinterestte gördüğüm yara bantlarından ve kavanozlardan hazırladım. Pek bir şirin oldular. Yara bantlarını bir arkadaşımın çocuğuna verdim. Rengarenk bantları görünce şaşırdı. Benden sonra hepsini çıkarıp vücuduna yapıştırmış. Kapımı çalıp sürpriz yaptı bana. "Bak bant" dedi. Kavanozlarımı da akşam yemeğinde masada kullandım. Hoş durdu. Umarım siz de beğenirsiniz. 
Bana ve tüm mutfak mesaisi olanlara kolay gelsin. 





















16 Ağustos 2013 Cuma

Son Kez...



Paris postları bu kadar mıydı? diye soran dostlarım. Tabii ki değil ama ben de Paris bitmez. Bu son post. Dedim ya bu kez sokaklarında,caddelerinde,cafelerinde gezdim. Yani tarih yok,mitoloji,efsane yok desem de az var.  Yığınla fotoğraftan birkaç tane seçtim sizin için. Ama sıkmadan hızlı bir özet geçiyorum.   
Bazı fotoğrafların da altına küçük notlar düştüm. 




Paris te akşam üstleri Eiffel in ışıklandırılmasını beklerken Mars Bahçelerinde piknik yapan insanlar. Bisiklete binenler. Fotoğraf makinelerini hazırlayanlar. Fonda Eiffel ile fotoğraf çektirenler...




Saatler 23:00 ü gösterdiğinde 5 dakika süre ile çok güzel bir ışık gösterisi izleyebilirsiniz. Seyrine doyum olmuyor o zaman. Etraftan alkışlar,çığlıklar,ıslıklar...Şov bitince de bir mutsuzluk nidası yükseliyor kalabalıktan. Sonra yine herkes yaptığı şeye geri dönüyor. 






Bu fotoğrafın sonrasında çok gülmüştüm. Otele giderken sokak arasından bu görüntüyü görünce makinemi çantamdan çıkarıp defalarca çekmeye başladım. Çünkü sokağın her yerinde lambalar ve ışıklı tabelalar vardı. En iyi pozu yakalamaya çalışıyordum kendimce. Böyle zamanlarda etrafı da şöyle bir kolaçan ederim. Sokağın ağzında benim çekim yaptığım yerin hemen yanında lüks bir araçta şoför olduğunu düşündüğüm bir adam gazetesini okuyor,etraftaki cafelerde de az sayıda ki insanlar kahvelerini içip, sohbet ediyorlardı. Bir süre "Neyi çekiyor acaba? " der gibi bir bana bir de baktığım yöne bakıyorlardı. Onları rahatsız etmeden ve kendimi de kaptırıp komik pozisyonlara girmeden işimi bitirip makinemi çantama geri koydum ve etrafa son bir bakış attığımda cafedeki insanların ve arabadaki şoförün cep telefonları ile Eiffel i çektiklerini görünce gülmeden edemedim. İnsanlar gözlerinin önündeki şeyi bazen başkası göstermeden göremiyorlar demek ki.  





Filmlerde ki gibi süslü bir atıkarınca. Binmedim ama içim gitti diyebilirim. 









Paris te ki Laduree mağazalarından biri. İçeride çekim yapılmasına izin vermiyorlar. Vitrinler bile sizi içeriye girmek için teşvik ediyor. Her şubenin ki diğerinden güzel. 










Paris te yapmanız gereken şeylerden biri de Sein nehri turu olmalı bence. 




Sein kıyısındaki apartmanlardan biri. Bu arada küçük bir not. En üst katlarda gördüğünüz küçük pencereler eskiden evin hizmetçisi tarafından kullanılırmış. Şimdi artık ayrı birer daire. 




Nehirde sürekli olarak teknelerde yaşayan insanlar var. Vergileri de aslında oldukça yüksekmiş. Demek ki bu da bir keyif. Hele teknesinde böyle antika bir araba da görünce gerçekten keyiflerine düşkün olduklarını anladım. 







Pont Des Arts ( Sanatlar Köprüsü) Halk arasında Aşıklar Köprüsü olarak bilinen köprüye aşıklar kilit asıp anahtarını Sein nehrine atıyorlar. Bu seramoninin nasıl başladığı tam olarak bilinmemekle birlikte İtalyan bir çift tarafında başlatıldığı söyleniyor. Öyle ki köprünün boydan boya her iki tarafı hiç boşluk kalmayacak şekilde kilitlerle dolu. Köprü girişlerinde de kilit satan satıcılar,müzisyenler,fotoğraf çekenler,moda çekimi yapanlar...




Fransa da büyük değer gören ve en önemli azizesi olan Jeanne D'arc. Yüzyıl savaşları sırasında Fransa ya büyük katkıları olmuş ve bir rivayete göre daha küçük yaşlarda ruhlarla iletişime geçtiği söylentileri halk arasında dolaşmıştır. İngilizler tarafında esir edilmiş ve ölüm cezasına çarptırılmıştır. 
Ölümünden önce onunla ilgili tüm kayıtlar,mahkeme kararları ve daha bir sürü belge hala Fransa Milli Kütüphanesinde saklanmaktaymış.



Yağmurun çok yağdığı zamanlarda suyun debisini ölçmek için bu heykeli yapmışlar. Heykele bakarak "Su adamın dizinde" "Su adamın boynunda" gibi. Bu şekilde önlem alıyorlarmış. Ne güzel bir fikir. 






Ünlü mağazaların bulunduğu meşhur cadde 








Cadde üzerindeki binalardan biri. 




3. Alexandre Köprüsü
Eiffel den sonra Paris in simgelerinden sayılabilecek bir eser.1900 lü yıllarda 1. Dünya savaşı öncesi Fransa Rus ittifakı sonucu Rusların hediyesidir. Muhteşem gösterişli ve heybetli. 
















Açık söylemek gerekirse Fransız Mutfağında pek hoşlanmadım ama tatlı ve unlu mamüller tek kelimeyle SÜPER. Dönüş uçağında yanımıza oturan Fransızla da yemekleri üzerine konuştuğumuzda bizim beğenmediğimizi öğrendiğinde hiç şaşırmadı ve "Sizin yemekleriniz o kadar güzel ki Fransız mutfağını beğenmemeniz çok normal" dediğinde çok haklı aslında diye düşündüm. Kendi damak zevkimizle kıyasladığım için belki de hayal kırıklığı yarattı. Aslında ben de gidip şöyle bilmem kaç Michellin yıldızlı bir restorantta yemedim. Belki de ondandır. Şimdi hemen harcamayayım. 
Bir sürü yemek fotoğrafı çekmiştim ama bu Crem Brulee beni benden aldı. Gelir gelmez pürmüz aramaya başladık. Orada olduğumuz tüm öğünlerde kendime engel olamadım ve yedim. Kesinlikle hamur işlerinin her türlüsünü,tatlısını,tuzlusunu,fırında pişmiş,yağda kızarmış hiç farketmez. Mutlaka deneyin. O kadar çok yürüyorsunuz ki hemen eriyip gidiyor zaten. 

Bu postu Nazım Hikmet in Paris Üstüne Bilmeceler şiiriyle kapatmasam olmaz.  



Hangi şehir şaraba benzer? 

Paris.

lk bardağı içersin

buruktur, 
ikincide dumanı vurur başına, 
üçüncüde mümkünü yok masadan kalkmanın
Garson bir şişe daha getir! 
Ve artik nerde olsan, nereye gitsen
Paris in ayyaşısın iki gözüm



Hangi şehir

kırk yagmurlarda bile güzeldir? 

Paris...
Hikmetin oglu hangi şehirde ölmek isterdin? 
İstanbulda
Moskovada, 
bir de Pariste...
.......................
..........................
.........................
...........................



Hangi sehirde yedin ekmeğin hasını? 

Pariste.

Hele yağlı çörekleri, 
Şehzadebaşı fırınından sanırsın.



Pariste en çok neyi sevdin? 

Parisi
.............................

..........................
.............................
..............................



Nazım Hikmet 
Paris Üstüne Bilmeceler 



Herkese Mutlu Bir Haftasonu diliyorum. 

11 Ağustos 2013 Pazar

Alaçatı'nın Sakızlı Muhallebisi


Alaçatı Çeşme yarımadasında eskinin küçük bir köyü şimdinin beldesi . Merkezinin denize kıyısı yok. Deniz yaklaşık 3 km ileride. Daracık sokakları,eskinin ahırdan bozma şimdi restoran olan ve herbiri dekorasyon dergisinden bir sayfaymış gibi duran mekanları , lavanta kokan tatlıları,limonataları,reçelleri,evleri,yemeklerde ki kekik kokusu,taş evleri,pazarı ile benim olmak istediğim yerlerden biri. 
İnternette araştırdınız mı bir dünya bilgi bulabilirsiniz orası hakkında. Ben öyle yada böyle demeyeceğim ama eğer olur da giderseniz ;
1- Cumartesi günü pazarına uğramadan, 
2- Alaçatının girişinde ,yokuştan aşağıya inerken yolun sonunda Rasim Usta nın yerinde ( eğer yaz başıysa tas kebebından ) yemek yemeden,
( Şimdilerde köfteciye çevirmiş gibi görünse de meze ve yemekleri oldukça lezzetli)
Burada küçük bir not düşmeliyim aslında. Bir seferinde dükkan çok kalabalık olduğu için Rasim Usta ( yani dükkanın asıl kurucusu) oğullarının ziyarete gelmiş,(şimdi oğulları işletiyor lokantayı) ve oturup soluklanacak yer bulamadığı için  masamıza oturmak için rica etmişti. Çok memnun olacağımızı söyledik. Çok yaşlı bir beyefendi. Onlarla sohbet etmeyi,anılarını dinlemeyi  severim. Başladı Alaçatı nın eski halinin anlatmaya. O anlattıkça biz hayretler içerisinde dinledik bu büyük değişimi. Yemeklerinden,nasıl başladığından....Araya oğullarının artık onun fikrini fazla almadıklarını hatta karışmasını bile pek istemediklerini biraz da hüzünlenerek anlattı. Dükkanın içinden geçip arka tarafında bulunan asmalarla sarılmış ve daha serin olan bahçesinde de yemeğinizi yiyebilirsiniz. Ve eğer Rasim Usta hayattaysa ( Allah uzun ömür versin) bizden de selem söyleyin. 
3-İmren Pastanesinde  sakızlı dondurmalı irmik helvası ve  sakızlı muhallebi yemeden, 
4-Sağda daracık sokaklardan birinde çok güzel Waffle yapan bir dükkan var. Orada seçtiğiniz malzemelerle leziz bir waffle yemeden, 
5-Köşe kahveye oturup(mutlaka dışarıya),kendinize sakızlı bir Türk kahvesi söyleyip ,etraftan gelen geçen insanları izleyerek içmeden, 
6-Çatladı Kapı ya uğrayıp incik boncuklarına bakmadan  
7- Sahiline gidip buz gibi olan ama içinde minik balıklarla birlikte yüzebileceğiniz denizine girmeden, 
8-Köşe kahvenin karşısında ki sokak satıcısında midye dolma yemeden,
9-Turşucusunda turşu yemeden
10-Buz bademin tatmadan
11-Lavantacı amcadan lavanta,kekik almadan
12-Meraklıysanız rüzgar sörfü yapmadan,
13- Çeşme merkezde bulunan Rumeli Pastanesinin çeşit çeşit dondurmalarının tadına bakmadan,
14- Sokaklarında yürümeden,sabah erken çıkan ve erkenden biten boyozu yemeden sakın gelmeyin. Benden söylemesi. 

Bu aslında benim çok sevdiğim muhallebinin tarifini paylaştığım bir post olacaktı ama Alaçatı da ne yapılmalı şekline dönüşen bir post olmuş. Neyse hemen düzeltiyorum. Bu tarif sakızlı ve çatalınızla bir lokma alırken sakız gibi sünüyor. Aynı İmren deki gibi. Ben yerken kendimi Alaçatı da hayal ediyorum. 







SAKIZLI MUHALLEBİ

MALZEMELER
1 kg süt
1 su bardağı un
150 gr margarin( 100 gr sıvıyağ kullandım)
3-4 adet damlasakızı
1,5 su bardağı toz şeker

Bir tencerede unu yağda kokusu çıkana dek kavurun ama rengi değişmesin. Süt ve şekeri ekleyin. Yavaş yavaş karıştırarak pişirin. Hafifçe fokurdamaya başladığında dövülmüş sakızı ekleyin ve kısa süre karıştırın. Buraya kadar çok kolay. Buradan sonra; muhallebi kıvamına gelince bir mikser yardımıyla 15 dk boyunca aynı yöne doğru çırpın. İşte yerken sünmesinin sebebi bu aynı yöne doğru çırpma işlemi. Cam bir tepsiye döküp soğuduktan sonra dilimleyerek servis yapabilirsiniz. Servis sırasında üzerine tarçın,fındık,hindistan cevizi serpilebilir. Ben bir parça pişmaniye ile ve sardunyaların çiçekleri ile servis yaptım. 
Afiyet olsun.   



Tarif: İdilika

7 Ağustos 2013 Çarşamba

Bayram Dediğin







..................
......................
...........................
Bayram nedir ki dedim kendi kendime
Bayram bir ömürdür ben gibi bir deliye. 

Can YÜCEL

Gönlümüzden geçenlerin gerçek olduğu bir bayram diliyorum hepimize.  




2 Ağustos 2013 Cuma

William Shakespeare


"Bütün dünya bir sahnedir" demiş Shakespeare. Yaşantısındaki trajedi ve komedileri sadece sözleriyle değil şiirleriyle dile getirmiş. Aslında soneler onun içi dünyası gibi. Heyecanları,acıları,istekleri...
Birçok kitap bloğu olan arkadaşlarımla kıyaslandığında onlar kadar yoğun ve aralıksız kitap okuduğumu söyleyemem. Genelde yabancı yazarlar özellikle de dünya klasikleri ilk tercihim. Rus,İngiliz ve Fransız Edebiyatının klasiklerini bitirmeyi hedefliyorum ama daha çok yolum var. Klasikler bir derya sanki. Çeviri roman dediğim zaman da tabii ki yazar ama ikinci dikkat ettiğim şey de yayınevi veya çevirmendir. En klasik,bilinen romanda bile çeviriden çeviriye öylesine anlatım farkları ortaya çıkıyor ki. 
Neyse uzatmadan çeviri roman da ilk tercihim İş Bankası Yayınları Hasan Ali Yücel dir. Onda bulamazsam Yapı Kredi Yayınlarına bakarım. 
Bir Shakespeare hayranı olarak Sonelerini okumak istediğimde yine Hasan Ali Yücel çevirisi ile okudum. Kitabın içinde ayrıca sonelerin İngilizcesi de mevcut. 
Gelelim sonelerin özelliğine. İlk kez Rönesans İtalya sında başlamış. Shakespeare hayatının birçok gizli köşesini sonelerde açmış. Bilginler ve eleştirmenlerde geçmişten beri içindeki anlamları gizli noktaları araştırıp durmuşlar. 
Konusuna gelince . Yazdığı 154 sonenin 126 sı sarışın ve soylu bir genç erkeğe yazılmış aslında. Bunlar da sevginin anlatılma şekli yazarda eşcinsel bir eğilim olduğu düşüncesini ortaya çıkarmış ama bu sır olarak kalmış.Bu kişinin kimliği en çok merak edilenlerden ve araştırılan noktalardan biri olmuş. Gence karşı öyle büyük bir sevgi beslemiş ki tüm sonelerinde ondan bahseder,ihanetlerini affedermiş. İnişli çıkışlı bir ilişkiden sonra ayrılmışlar. 
127 den 152. soneye kadar yazar esmer bir kadınla yaşadığı acı tatlı hayatı anlatır ve  son sonelerde başka bir ozana yazılmış. Tabii bu kişiler de gizemini koruyor. Bazı soneler dil ve anlatım,üslup yoluyla incelendiğinde Shakespeare in yazmadığı düşünülse de tam bir sonuca ulaşılamamış. 
Kimi eleştirmenlere göre  Shakespeare tam olarak kendi hayatını yansıtmamış aslında sonelerinde. Tüm gizemi ve çeviri zorluğuna,içinde gizlenen kelime oyunlarına rağmen dilindeki sadelik ve estetik muhteşem bence. 
Geçen Tatlı Cuma postumda 1. soneyi paylaşmıştım sizinle. Bu hafta da sırayı bozmadan 2. sıradaki soneyi paylaşıyorum. 

Kırk yılın kışı,güzel alnını kuşattı mı,
Kapladı mı yüzünü derin çukurlar artık,
Gençliğinin kibirli,süslü giyim kuşamı
Beş para etmez olur,hırpani yırtık pırtık:
O zaman sorarlarsa güzelliğin nerdedir,
Dinç ve şen günlerin hazinesi ne oldu;
Dersen yuvalarına çökmüş şu gözlerdedir,
Bencillik utancıyla israfa övgüdür bu.
Kavuşur güzelliğin çılgınca alkışlara
"Benim güzel çocuğum beni kurtarır" dersen
"Ve yüzümü ağartır ben yaşlandıktan sonra,"
Güzelliğinin onda sürdüğünü göstersen.
        
O,sen yaşlandığında yeniler varlığını,
  Soğuktan donan kanın duyar ısındığını.




Ben bu Pazar ailemi görmek için Ankara ya gidiyorum. Ve size de mutlu bir haftasonu diliyorum. Gittiğiniz tüm yollar sizi de sevdiklerinize kavuştursun. 


Görsel: Pinterest
Kaynak: Hasan Ali Yücel Soneler







1 Ağustos 2013 Perşembe

En Sevdiklerimden


İç pilav her yörede yapılan yemeklerden bir tanesi sanırım. Biz de özellikle Kurban Bayramlarında kuzunun kaburgasının içi doldurularak pişirilirdi. Sura tam bir bayram yemeği. Eeeeeeee bir araya gelince maaile yemeğin keyfi de bir başka olurdu yani. Anneannemler Girit ten geldikten sonra Milas bölgesine yerleşmişler. Milas Muğla nın bir ilçesi . Bir teyzem ,iki dayım ve birçok kuzenim hala oradadır. Çocukken bayramlarda  Milas dışında yaşayan tüm kardeşler,torunlar,yeğenler,kuzenler hep beraber toplanırdık. Ben o günleri hayal meyal hatırlıyorum. Bayram yemekleri bahçede kurulan kazanlarda odun ateşinde pişerdi. Öyle dana eti,hindi eti falan revaçta değildi o zaman . Olmazsa olmaz tereyağ ve kuzu eti,mutlaka egenin değişik otları. Böylesine doğal ve kaliteli malzeme ile yapılan yemek de, bir de içine hani derler ya "sevgi katılmışsa" daha bir lezzetli oluyor. O sofraların üzerinden çok zaman geçti. Benim çocukluğumdaki en güzel anlardan bazıları bu sofralardan. Zaman içerisinde anneannemi ve dedemi kaybedince o sofralar da yavaş yavaş yok oldu. O zaman ki eski yemekler de artık daha seyrek hatta neredeyse hiç yapılmıyor. Ne tereyağ artık o kadar lezzetli nede yediğimiz etler. Bozulan hangisiydi? Ağzımızın tadı mı yoksa hep söylediğimiz önce etler sonra sütler mi? Neden bilmem. O günün çocukları büyüdük hepimiz yeni aileler kurduk. Şimdi biz annemleri ziyarete gidiyoruz. Canım benim sevdiğimizden hala yapar bazı eski yemekleri.  Ama içinde sevgi var ya o değişmemiş ki yine de çok lezzetli. Tıpkı o günlerdeki  gibi. 





İÇ PİLAV

MALZEMELER
2 yemek kaşığı tereyağ
400 gr ciğer
silme yemek kaşığı domates salçası
3 yemek kaşığı dolmalık fıstık 
2 su bardağı baldo pirinç 
3 su bardağı etsuyu
bol karabiber,tuz

YAPILIŞI
Eğer yüzeyi yapışmaz bir tencereniz varsa tüm işlemin aynı kapta yapılması mümkün olur(teflon veya seramik tencere) Tencereniz çelikse ciğer soteleme sırasında tortusunu salacağından tencerenin yüzeyinde bir tabaka oluşturacak ve hem pilavınızın rengini hemde tadını değiştirecektir. Bunun için ciğeri ayrı bir tavada soteleyip daha sonra başka tencereye alacağız. 
(ben çelik tencerede yapılıyormuş gibi işlemleri yazacağım ama siz yapışmaz yüzeyli tencerede  aynı sıra ile hepsini aynı yerde yapabilirsiniz.) 
Ciğer olarak kuzu karaciğeri veya tavuk ciğeri kullanabilirsiniz. Bunları rondoda çekmeyin peltemsi bir hal alıyor o zaman. Çift bıçak kullanarak ve bıçakları zıt yönlerde ama birbirine yakın hareket ettirerek ciğerleri minik minik kıyın.  Bir teflon tavada tereyağında minik doğranmış ciğerleri suyunu salıp tekrar çekene ve rengi dönene dek soteleyin. Artık ciğer çıtırdamaya başlasın. İçine bu aşamada bol karabiber atın ve karıştırın. Dolmalık fıstıkları ekleyin. (Bunun yerine aynı miktarda küçük küçük doğranmış cevizde aynı işi görür.) Şimdi hepsini birden fıstıklar da kavrulana ve ciğerin lezzeti ile birleşene dek kavurun. İçerisine yaklaşık 1 yemek kaşığı kadar salça ekleyin ve ciğerlerle iyice karışana kadar soteleyin. Ateşin altını bu sırada biraz kısabilirsiniz. Bu karışımı daha sonra pilavı pişireceğiniz tencereye alın. Üzerine bol suda yıkanmış pirincinizi ekleyin ve pirinçler şeffaflaşana yada metalik sesler çıkarmaya başlayana kadar ciğerli karışımla birlikte sotelemeye devam edin. Bu aşamada sürekli karıştırmak gerekli. Tuzunu ekledikten sonra etsuyunu kullandığınız pirincin cinsine göre tencereye ekleyin ve hızlıca bir kere karıştırıp kapağı kapatın. 
Pilavın suyu fokurdamaya başladığında altını kısın. Suyunu çeken pilavı aynı yönde ve alttan yukarıya doğru ezmeden birkaç kez havalandırıp üzerine kağıt havlu veya temiz bir bez kapatıp demlenmeye bırakın.  
İç pilav aslında adı üstünde içi malzeme olarak kullanılan bir lezzet. yani bütün tavuğun içini doldurabilirsiniz yada bizim yaptığımız gibi yanına parça tavuk veya et ile servis yapabilirsiniz.  








TARATORLU TAZE BÖRÜLCE

Bu yıl ilk kez annemin isteği ile birkaç kök ektiğim börülce tohumundan iki avuç taze börülce elde ettim. Bu kadarcık börülce ile ne olur derken aklıma geldi bu tarif. Börülcenin hem tazesi hemde kurusu çok sevilir bizde. Birçok yerde bilinmeyebilir. Pazarlarda da pek bulunmaz belki. Ama eğer denk gelirseniz şöyle taze fasulyeye benzeyen ama ondan daha ince ve zarif bir görüntüsü vardır bu sebzenin. Çoooook uzunu vardır bir de onu pek sevmem ben. Lezzetli değildir o kadar. Börülceyi fasulye gibi kılçıklarını ayıkladıktan sonra yıkayın ve tuzlu suda haşlayıp süzün. Biraz ekmek içi,dövülmüş sarımsak,zeytinyağ,limon ve ufalanmış ceviz içini bir kapta iyice karıştırın. Taratorunuz hazır. Börülceleri servis tabağına alıp taratoru üzerine dökebilir veya yanında servis edebilirsiniz. 

Afiyet olsun. 







Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...